25 Eylül 2008 Perşembe
TSYD Kupası
1963-1964 sezonunda ilk kez düzenlenen bu kupayı kazanan Galatasaray, 1999-2000 sezonundaki son kupayı da kazanan takım olmuştur. 36 kez düzenlenen TSYD Kupasını Galatasaray 12 kez kazanmıştır. 1997 ile 2000 yıllarındaki son üç kupayı da yine Galatasaray kazanmıştır. Galatasaray TSYD Kupası bağlamında en farklı galibiyetlerini ise Beşiktaş’a karşı 6-0 ile 1997 yılında alırken Fenerbahçe’ye karşı ise 1970 yılında 3-0 ve 1998 yılında 4-1 ile almıştır.
Atatürk Kupası
Atatürk Büstü
Başbakanlık Kupası
Cumhur Başkanlığı Kupası
Türkiye Kupası
1. Lig Şampiyonları
1962-1963 sezonu: Yine Gündüz Kılıç’ın teknik direktörlüğünü yaptığı Galatasaray tarihin en uzun lig maratonunda oynadığı 42 maçın 28’ini kazandı. 11 maçta berabere kalan Galatasaray 3 de mağlubiyet aldı. Eleme grubunda 32 puan toplayan Galatasaray final grubunda ise 35 puan toplamayı başarmıştı.
1968-1969 sezonu: Toma Kaleperoviç’in teknik direktörlüğünü yaptığı bu sezonda Galatasaray üçüncü kez şampiyon oldu. 30 maçta 19 galibiyet, 8 beraberlik ve 3 mağlubiyet alan Galatasaray, 46 puan topladı.
1971-1972 sezonu: Brian Birch’ün tek yetkili olarak takımın başında bulunduğu bu sezonda Galatasaray 30 maçta bir önceki sezonda olduğu gibi 17 galibiyet, 8 beraberlik, 5 mağlubiyet aldı ve 42 puan topladı. Bu ligdeki beşinci şampiyonluktu.
1986-1987 sezonu: 14 yıl aradan sonra Jupp Derwall yönetiminde kazanılan bu şampiyonluk Galatasaray’ın profesyonel liglerdeki 7. şampiyonluğuydu. Galatasaray 36 maçta 23 galibiyet, 8 beraberlik 5 de mağlubiyet alırken 54 puan toplamıştı.
1987-1988 sezonu: Mustafa Denizli’nin teknik direktörlüğü üstlendiği bu sezonda Galatasaray oynadığı 38 maçta 27 galibiyet, 9 beraberlik ve 2 mağlubiyet alırken ilk kez üç puan sisteminin uygulandığı bu sezonda 90 puan toplamıştı.
1992-1993 sezonu: Karl Heinz Feldkamp’ın teknik direktörlük görevini üstlendiği bu sezonda Galatasaray 66 puanla şampiyon olurken, 20 galibiyet, 6 beraberlik ve 4 mağlubiyet almıştı.
1993-1994 sezonu: Reinhard Holmann’ın teknik direktörlüğünü yaptığı bu sezonda Galatasaray, 30 maçta 22 galibiyet, 4 beraberlik ve 4 mağlubiyet aldı. 70 puan topladı. Bu şampiyonluk Galatasaray’ın lig tarihinde kazandığı 10. şampiyonluk olacaktı.
1996-1997 sezonu: Fatih Terim’in teknik direktörlüğü üstlendiği bu sezonda Galatasaray, 34 maçta 25 galibiyet, 7 beraberlik 2 de mağlubiyet aldı. 82 puan toplayan Galatasaray böylece 11. kez şampiyon oluyordu.
1997-1998 sezonu: 34 maçta 23 galibiyet, 6 beraberlik ve 5 mağlubiyet alan Galatasaray, 75 puanla 12. kez şampiyon oldu. Bu sezona damgasını vuran gelişme ise Galatasaray Başkanı Faruk Süren’in “20:45’te şampiyonuz” mesajı olacaktı.
1998-1999 sezonu: Fatih Terim yönetiminde üstüste üçüncü kez kazanılan bu şampiyonluğa 34 maçta 23 galibiyet, 9 beraberlik, 2 mağlubiyet ile ulaşılırken 78 de puan toplandı.
1999-2000 sezonu: Üstüste dördüncü kez kazanılan bu şampiyonluk 34 maçta 24 galibiyet, 7 beraberlik ve 3 mağlubiyetle gelmişti. Fatih Terim’in son kez teknik direktörlük görevini üstlendiği bu sezonda aynı zamanda UEFA Kupası da kazanılmıştı.2001-2002 sezonu: Mircea Lucescu’nun teknik direktörlük görevini yürüttüğü bu sezonda Galatasaray 15. kez şampiyon olarak üçüncü yıldızı takan ilk takım olacaktı.Galatasaray bu şampiyonluğa 34 maçta 24 galibiyet, 6 beraberlik ve 4 mağlubiyetle ulaşmıştı.
2005-2006 sezonu: Eric Gerets ile kazanılan bu şampiyonluk Galatasaray tarihindeki 16. şampiyonluk olacaktı. Fenerbahçe’nin son hafta Denizli’de berabere kalmasıyla gelen bu şampiyonluğa 24 galibiyet, 6 beraberlik 4 de mağlubiyetle ulaşıldı. Bu sezonun son maçı olan 3-0’lık Kayserispor maçı ve o maçın bitiminden itibaren 16 dakika süreyle Denizli’deki Fenerbahçe maçının bitmesinin beklenmesi unutulmaz anlar olarak tarihe geçecekti.2007-2008 sezonu: Karl Heinz Feldkamp ile başlayıp, sezonun bitmesine 6 hafta kala istifa etmesiyle Cevat Güler'in teknik direktörlüğüyle tamamlanan bu sezonda Galatasaray, sezon boyunca yaşanan birçok çalkantıya rağmen, çoğu ilk kez sarı-kırmızı forma giyen genç oyuncularının inanılmaz performansıyla 17. şampiyonluğa ulaştı. Sezonun 32. haftasında Fenerbahçe'yi yeni transfer Nonda'nın golüyle 1-0 yendikten sonra liderliği de ele geçiren Galatasaray, bu sezon müthiş bir çıkış yapan Sivasspor'u da sahasında 5-3 yenerek liderliğini iyi pekiştirdikten sonra en yakın rakipleri Fenerbahçe, Beşiktaş ve Sivasspor'a 6 puan fark atarak 79 puanla 17. şampiyonluğuna uzandı.
2006-2007 Fenerbahçe
UEFA Süper Cup
UEFA Kupası
Galatasaray Marşları
Çıldırın Çıldırın
cimbombom cibombom
cimbombomcibombom
Aslanlar sahada, tribünler ayakta
90 dakika taraftar arkanda
Sarı kırmızıyla, hiç bitmez bu sevda,
Şampiyon olunca, çoşalım çılgınca
Çıldırın çıldırın çıldırın çıldırın
Çıldırın çıldırın cimbom için çıldırın
Gerçekleri TarihYazar
Gerçekleri Tarih Yazar
Dört sene üst üste şampiyon olduk
Avrupa’nın kralı olduk
Gerçekleri tarih yazar
Tarihi de Galatasaray
Haydi bastır! haydi bastır!
Haydi bastır Galatasaray...
Ne Beşiktaş ne Fener Ne de Trabzon
Bu sene sensin şampiyon
Haydi bastır! haydi bastır!
Haydi bastır Galatasaray!
Ölümüne! Ölümüne! Ölümüne Galatasaray!
Şampiyom Cİmbomum
Şampiyon cimbombomum ne istersen iste benden
İstersen donatalım dört bir yanı bayraklarla
İstersen çınlatalım dört bir yanı şarkılarlaistersen inletelim davullarla zurnalarla
Fark Etmez
Farketmez
Fener olmuş kartal olmuş
Cimbom için hiç farketmez
Tut ki Roma,Milan olmuş
Cimbom için hiç fark etmez
Al canımı kat canına
Ne yapsam az cimbomuma
Aldırmaz hiçbir takıma
Cimbom için hiç farketmez
Destanlar Yazan
Destanlar Yazan
Destanlar yazan...
Taraftarınla...
Tüm camianla...
En büyük sensin...
Saldır cimbombom
Sensin şampiyon
Bir tek kupanın
Tüm Avrupa’nın
Gelmiş ve gelecek bütün takımların
Destanlar yazan, zaferler yaratan
Uğruna canını koyan
Taraftarınla, tüm camianla
En büyük sensin cimbombom
Saldır cimbombom, sensin şampiyon op
Müzemiz
Şehitlerimiz
Kalamış Tesisleri
Kalamış Tesisleri
Alpaslan Dikmen Fotogol - 23.05.2008
Yıllardır her şampiyonluktan sonra mülkü Galatasaray Spor Kulübü’ne ait olan Kalamış Tesisleri’nde kutlamalar düzenlenir. Elbette ki bu sene de böyle olacak.
Ancak nedense bu sene yapılacak olan kutlamalarla ilgili olarak yapılan açıklamalar birilerine fena batmış!
Sürekli provokatif manşetlerle (!) gündemde kalmaya çalışan bir internet sitesi de “Gelecekleri varsa görecekleri var” , “Neden kutlama için F.Bahçe’yi seçtiler?” gibi saçma sapan açıklamalar yapmış!
Bir kere orası semt olarak F.Bahçe falan değil… Ki olsa ne yazar? Oranın adı Kalamış Burnu?.. Ve Türkiye Cumhuriyeti’ne dahil bir yer... Biz de Türk olduğumuza göre, istediğimiz yerde istediğimizi -elbetteki kanunlar çerçevesinde- yaparız.
İnsanları sürekli olarak kin ve nefrete sevk etmeye kimsenin hakkı yoktur.
İlgili site sahiplerinin bu şekilde davranmayacağını çok iyi biliyorum ancak sitenin yönetici kadrosu ve site üyelerinin yeniden gözden geçirilmesi zorunluluk gibi görünüyor. Yoksa klavye arkasına saklanan bazı delikanlıların egosu tatmin olsun diye birçok masum can yanacak. Daha önce olduğu gibi!.. Buna kimin hakkı var?
Kalamış Tesislerine bir iki sene önce de kafası güzel beş on kişi, tesisteki Galatasaray bayrağını indirmek amacıyla, saldırıda bulunmuştu. Ancak tesisin garsonları tarafından birazcık hırpalanmışlardı. Gerek yok böyle çirkinliklere! Hazmetmek lazım bazı şeyleri…
Gümüş Saçlı Adamı Hatırlamak
Gümüş Saçlı Adamı Hatırlamak
Ahmet ÇAKIR - Zaman - 24 Haziran 2008
Almanya ile Türkiye'nin Avrupa Şampiyonası'nda yarı final oynadığını görmek herhalde en çok Jupp Derwall'i mutlu ederdi. Ne yazık ki bu çok değerli insan hayattaki hemen tüm dileklerini yerine getirmiş olsa da son birkaç isteğini yapamadı.
Bunlardan birinin dünya gözüyle bir kez daha İstanbul'u görmek olduğunu ilgili röportajında Seyfi Alp kardeşimize söylemişti. Öteki de Türkiye'nin tıpkı 2002 Dünya Kupası'ndaki gibi büyük başarılarına tanıklık etme isteğiydi. Bunda ne kadar samimi olduğundan kimsenin kuşku duymayacağı ortada. Çünkü bu başarılarda kendisinin de payı olduğunu bilmenin mutluluğunu yaşıyordu.
Türkiye'nin en ilginç yanlarından biri de bu: Bir yandan artık süreklilik kazanmış gibi görünen bir kargaşa ortamında yaşarken öte yandan da böyle dünya çapındaki değerleri bağrına basma, onlardan yararlanma becerisini gösterebilmiş olmak... Dahası, Derwall'in Türkiye'de yeniden doğduğunu kendi ailesi bile kabul etmişti. 1984 Avrupa Şampiyonası fiyaskosunun ardından bir yığın haksız eleştiriyle karşılaşan Gümüş Saçlı Adam, aslında tatil için geldiği İstanbul'da futbol adına yapılacak ne kadar çok iş olduğunu görerek kolları sıvamak zorunda kalmış, sonuçta Türk futbolundaki büyük dönüşümün başlatıcılarından biri olmuştu. Türkiye'de gördüğü büyük ilgi ve gerçekten olağanüstü sevgi, ona adeta yeniden doğmuşçasına büyük bir güç verdi. 80 yaşına kadar yaşamasında bunun da payının bulunduğunu kendisi söylemişti.
İki toplum arasındaki ilişkilerin olumlu yönde gelişmesinde Derwall'in ve futbolun katkıları yadsınamaz. Bugün Almanya'da kendi takımlarının başarısı kadar Türkiye ile de yakından ilgileniliyor. Sadece yarın akşamki maç nedeniyle değil Türk futboluyla ilgili hemen her türlü gelişme Alman basınında geniş biçimde yankılanıyor.
Tabii işin bir başka yönü de Almanya'da yetişen futbolcuların hangi milli takımı tercih edecekleri yönünde gelişiyor. Başlangıçta bu noktada bir sorunumuz yoktu ama son dönemde işler zorlaşmaya başladı. Serdar Taşçı ve Mesut Özil'i kaçırınca eleştiriler arttı... Şimdi Yıldıray Baştürk ve Halil Altıntop'un yaşadığı dramın ardından bu tercihlerin biraz daha fazla Almanya'ya yöneleceği düşünülebilir. Okurlarım biliyor, bu konuda bir sakınca görenlerden değilim. Tam tersine şu anda Alman Milli Takımı'nda Türk kökenli bir oyuncunun bulunmayışına hayıflanıyorum. Hırvatistan maçı öncesinde ayaküstü de olsa uzunca bir süre sohbet etme olanağını bulduğumuz Futbol Federasyonu Başkanı Hasan Doğan'ın bu konuda benzer değil harfiyen aynı düşünceleri taşıdığını görmek bizi mutlu etti.
Türk Milli Takımı sahaya 20 oyuncuyla çıkamayacağına göre bu konuda uzun boylu gürültü patırtı etmenin bir anlamı yok. Ancak bizim yurtdışındaki potansiyeli değerlendirmek için ne kadar doğru çalışmalar yapabildiğimiz işin asıl önemli boyutunu oluşturuyor. Bu konudaki potansiyeli ve ilerde olabilecekleri en iyi görenlerden biri de Derwall'di. Alman hoca, 1990'ların başındaki bir görüşmemizde "birkaç yıl içinde Almanya genç milli takımlarında çok sayıda Türk oyuncunun yer alacağını" söylemişti. Onun çalışmaları ve ileri görüşlülüğü bize de nice değerler, başarılar kazandırdı. Buradaki Türkiye-Almanya yarı finali de ona güzel bir armağan oldu. Nur içinde yatsın, toprağı bol olsun...
Hakan Şükür ve Aklın İflası
Hakan Şükür ve Aklın İflası
Ahmet Çakır - Zaman - 20.07.2008
Haftalardır Hakan Şükür hakkında bir şey yazmamaya özen gösteriyorum.
Çünkü o zor bir dönemden geçiyor ve sükunete ihtiyacı var... Ayrıca onun gibi futbol tarihimize damga vurmuş bir oyuncunun bırakması sırasında haliyle çeşitli sarsıntılar yaşanır. Yani Galatasaray'ın onunla devam etmek istemeyişi, başka kulüplerden gelen transfer önerileri, Hakan Şükür'ün bunlarla ilgili düşüncelerinin gündem oluşturması doğaldır.
Bu durum önümüzdeki günlerde de sürecektir. Gelgelelim, onun önce Cumhurbaşkanı, ardından da Başbakan'la görüşmesinin ardından yapılan yorumlar, ortaya konan varsayımlar insanı dehşete düşürüyor. Üstelik bunlar sadece haber olsun diye yapılan spekülasyonlar olarak da kalmıyor. Örneğin, mesleğimizin doruk noktalarında bulunmuş bir arkadaşımız Hakan'ın federasyon başkanı olma durumunu bana sordu! Yani durum gerçekten dehşet verici. Spor medyasının bir bölümünde normal insan zekasına hakaret olarak kabul edilebilecek bir yığın 'şey' çıkıyor. Şey diyorum çünkü bunlara haber demek haberin ne olduğunu bilmemek anlamına geliyor. Ancak bu kadarı karşısında artık insan pes diyor. Bu durumu, 'spor medyasında aklın iflası' olarak nitelemek abartılı olmaz sanıyorum. Normal zeka düzeyindeki her insan henüz futbol oynama aşamasındaki birinin federasyon başkanı filan olamayacağını, belediye başkanlığı için de insanların çok daha değişik niteliklere sahip olması gerektiğini kestirebilir.
Bu tür görüşler ileri sürenler ülkelerine de hakaret ediyorlar! Burası ilkel bir Afrika kabilesi değil. Federasyon ya da belediye başkanlıklarına insanların nasıl gelebileceklerine ilişkin süreçler, kurallar ve gelenekler var. Örneğin, Hakan Şükür'ün federasyon başkanı olması için en az 10 yıllık bir süreye gereksinme duyacağı ortada. Üstelik bu süre içinde o konuyla ilgili işler yapması, örneğin kulüp ve federasyon yönetim kurullarına girerek deneyim kazanması şart. Tersinden giderek de bu durumu rahatlıkla anlayabiliriz. Bir an için onun gerçekten federasyon başkanı 'yapıldığını' düşünelim. Bunun oluşturacağı sorunların kısa sürede bir kaosa dönüşmesi ve onun da deneyimsizliği yüzünden yapacağı hatalar sonucunda birkaç ay içinde arkasına bile bakmadan kaçacağını kestirebilmek çok mu zor? Adapazarı gibi zorlu ve sorunlu bir kentin belediye başkanlığını siz eğlence mi sanıyorsunuz? Hakan Şükür'ün ünü ve popülaritesi bu sorunların çözümünde nereye kadar etkili olabilir? İşin aslı şu: Hakan Şükür, Euro 2008 sırasında sessiz kalarak üzüntüsünü kendi içinde yaşamayı ve taşımayı başardı. Ancak sonrasında biraz ortalıkta görünme isteği duydu. Onun gibi yaklaşık 20 yıldır sürekli doruklarda yaşayan biri için de bunu normal bir psikolojik ihtiyaç olarak görmek gerekir. Onun şu anda neler yaşadığını anlayabilmek için daha önce o çaptaki başka oyuncularla ilgili bir sorudan yardım isteyebiliriz: Siz hiç Hakan Şükür oldunuz mu?
Rıdvan Dilmen haklı
Onun konuyla ilgili tepkisini gördüğümde benden önce davrandığını düşünmüştüm. Rıdvan Dilmen büyük takımların yeni sezon öncesindeki durumlarını değerlendirirken, hazırlık kamplarından gelen birtakım 'standart haberlere' tepki göstermişti. Falan hoca oyuncuların pestilini çıkarttı, filan hoca bu sezon bizi tutamazlar dedi, oyuncular bu sezonki kampın harika geçtiğini söyledi türünden 'laflar' bunlar. Laflar ama kimi zaman habersizlikten sayfalarda palamut gibi yer alabiliyor...
Dilmen, tepki oluşturabilecek sözler etmekten özellikle kaçınan biri. Yorumcu olarak gerekli ilgiyi zaten gördüğünden, bunun dışındaki birtakım saçmalıklarla ilgi çekmeye filan çalışmıyor. Üstelik söyleyeceği en sert sözleri bile kadife birtakım örtülerle sarıp sarmalamayı çok iyi beceriyor. Örneğin, Yıldırım Demirören'in kulübünü ne kadar kötü yönettiğini söylemeden önce, onun nasıl bir Beşiktaşlı olduğunu ve kulübüne katkılarını belirtmekte yarar görüyor. Ondan sonra 'yapamadı' diyor. Bu özenine karşın Dilmen'in sözleri tepkiye yol açtı. Akşam'da Alaettin Metin arkadaşımız olaya sağlam bir noktadan girdi. 'Önce gel, bu kamplarda haber peşinde koş, ondan sonra konuş' anlamında sözler etti. Elbette ki haklıydı ama Rıdvan Dilmen'in söylediği bu değildi.
Ardından TSYD'nin de bu konuda tepkisinin söz konusu olduğu bana sözlü olarak ifade edildi. Ancak bu kadarının fazla olacağı kanısındayım. Çünkü işin özünde Dilmen haklı. Kamplardan da başka yerlerden de çok fazla 'standart' haber geliyor. Muhabir arkadaşların sahici haberlere yöneltilmesi konusunda hepimize görev düşüyor. Dilmen de bunun için bir kıvılcım çakmış oldu.
Gurbetçinin 'öldüren' sevgisi!
Takımlarımızın yurtdışı maç ve kamplarında yaşanan durumlar daha sık gündeme girmeye başladı. Daha önce Milli Takım'ın hazırlık kampı sırasında yaşanan durumlar bugünlerde sık sık tekrarlanıyor. Gurbetçi taraftarlar, takımlarına ve futbolculara duydukları sevgiyi gösterme konusunda kural tanımıyorlar. Bu da kaçınılmaz olarak birtakım tatsızlıklara yol açabiliyor.
Bu durumun oluşturduğu sıkıntılara biz de sık sık tanık oluyoruz ve gurbetçiler genellikle şöyle dert yanıyor: Ağabey, şu kadar kilometreden buraya geldik. Bir imzayı ya da fotoğraf çektirmeyi bize çok görüyorlar! Yani durum onlara böyle görünüyor. Buna karşılık kulüp yöneticileri, teknik adam ve futbolcular bu tür isteklerle baş etmenin olanaksızlığından yakınıyor. Taraftara gerekli ilgili göstermeleri halinde çalışmak için 1 dakika bile zaman bulamayacakları belirtiliyor.
Bu bakımdan, gurbetçi taraftarların sevgisi biraz 'öldürücü' bir boyut kazanabiliyor. Onlar ise bunu asla kabullenmek istemiyor. Yaşadıkları toplumda kurallara uymanın ne kadar önemli olduğunu biliyorlar. Ancak Türklerin bulunduğu ortamlarda bu kuralların o kadar da önemli olmadığını düşünüyorlar. Bu kapsamda işlerin daha kötü bir noktaya doğru gittiği gözleniyor. Fenerbahçe otobüsünün camlarının kırılması orada, bildiğim kadarıyla ilk kez yaşanan bir olay. Bunu yapanın Galatasaray formalı biri olduğu yolundaki ifade herkesi rahatlatıyor... Allah selamet versin!
Bu Sığlık İnsanı Bezdiriyor
Bu Sığlık İnsanı Bezdiriyor
Ahmet ÇAKIR - 02.08.2008 - Zaman
Futbola nasıl bir tutkuyla bağlı olduğumu daha önce birkaç kez yazmak zorunda kalmıştım. Başta oynamak olmak üzere seyretmek, yazmak, okumak gibi değişik boyutlarda tam yarım asırdır futbolla haşırneşirim.
Bu süre içinde kolum, bacağım, kalçam kırıldı; tandonum, bağlarım koptu ve daha başka akla gelebilecek hemen tüm sakatlıkları geçirdim. Şu anda futbol topuna uzaktan bakmam bile pek hoş karşılanmıyor ancak bu konuda neler yaptığım aramızda kalsın...
Bu 50 yıl boyunca bir tek gün bile futbolla ilgili olumsuz birşey düşünmedim. Dediğim gibi oynamak başta olmak üzere, seyretmek, yazmak, okumak, konuşmak hep mutlu etti beni.
Neredeyse tüm hayatım futbolun etrafında biçimlendi. İşim onunla ilgili, onun sayesinde eş-dost edindim, burada yazarak televizyonlarda konuşarak sizlere seslenebilmemi de o sağlıyor.
Hayatta beni en çok üzen soruyla sevindireninin aynı olduğunu daha önce söylemiş miydim. "Ahmet Ağabey, sen hangi yıllarda Galatasaray'da oynadın?" sorusudur bu...
'Demek ki o kadar iyi oynadığım maçlar oluyor', diyerek sevinirim bu sorudan dolayı. Üzüntüm de o formayı bir kez bile sırtıma geçirebilme konusunda herhangi bir imkan bulmamın asla sözkonusu olamayışıdır.
* * *
Böyle uzunca bir girizgahtan sonra söyleyeceklerim pek hoş şeyler değil! Bunca yıldır ilk kez futboldan soğumaya başladığımı hissettim. Hayır, oynama ve seyretme boyutunda bir sorun yok! Ancak okuma, yazma ve hele konuşma yönünden ciddi bir bezginlik içinde buluverdim kendimi.
Zaman'da yazmaya başlayalı 5. yıl dolmak üzere. Bu süre içinde ilk kez bir yazımı aksattım. Geçen Cumartesi günü çıkması gereken yazımı yazmak içimden gelmedi. (Doğrusu Perihan Mağden gibi ben de istedim 'Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü şey'ettirdiği için...' açıklamasını ama olmadı.)
Elbette ki bu bezginliğin nedenleri var. Bunların başında da ülkemizde futbol üzerine konuşmanın bir türlü belli bir düzeye yükselemeyişi geliyor. İğrenç yalanlar, anlamsız zırvalar, bilgisiz gevezelikler, bıktırıcı tekrarlar ve daha bunun gibi bir yığın saçmalık insanı boğuyor.
İş dışında pek futbol konuşacak halim kalmıyor. Ancak yolda, markette, gazetede her gören mutlaka onunla ilgili bir konu açmaya çalışıyor. Ayaküstü edilecek birkaç söze elbette ki itirazım olamaz. Fakat bu iş biraz uzadığında karşınızdaki yavaş yavaş 'derin futbol uzmanı' haline geliyor.
Genellikle de iş uzuyor...
Böylelerinin ağırlıklı olarak ilgilendikleri konu transfer oluyor. Bu alanda yönetim ve teknik adamlardan daha bilgili olduklarına inananlar hiç az değil. Nitekim, 'Ahmet Ağabey, yönetime söyle de falan adamı alsınlar!' diye bir yığın elektronik posta geliyor. Yönetimlerin elinde ve önünde o bilgilerin yüz katının bulunduğunu kimse anlamak istemiyor.
* * *
Futbol üzerine konuşmayı bu kadar şehvetle seven insanların, onunla ilgili birşeyler öğrenmeye çalışmaları mantık gereğidir. Bunun için de dergi, kitap okumak, belgesel izlemek gibi birazcık daha 'derin' denilebilecek boyuta geçmek gerekir. Oysa en sıkı futbol kitabının satışı ortadadır. (Bırakın para ile satınalmayı, bazı arkadaşlarım kendilerine armağan ettiğim kitapları bile okumuyorlar! Orada gerçeği yazılı olan bazı olayların yanlış şeklini bana anlatmaya kalkıyorlar!)
Herkes konuşmak istiyor ama hemen hiç kimse öğrenmeye yanaşmıyor. Bundan da bezdirici bir durum doğuyor.
Medyanın büyük bir bölümü bu 'sığlığı' değiştirmeye çalışmanın zorluğunu bildiğinden onu 'kullanıyor.' Basının amiral gemisinin kaptanı demedi mi 'Biz haber değil hayal satıyoruz!' diye...
'Madem transfer haberi istiyorsun, al sana!' diye hergün biraz daha rezilleşen yalanlar yazılıyor. Ancak bunun da bir müşterisi var. Hem de çok! En iyi yalan yazan gazete satış rekorları kırıyor! Yani bu içinde bulunduğumuz kısırdöngüyü biraz da böyle okurlar oluşturuyor. Sonra da aynı insanlar bu yalanlardan yakınıyor...
* * *
Ülke dışına çıktığımızda farklı durumlar görüyoruz. Medyası, okuru, izleyicisiyle oralarda insanların çok daha başka türlü yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Futbol oynamanın, seyretmenin, yazmanın, konuşmanın ne kadar keyifli bir iş olabileceğini oralarda bir kez daha anlıyoruz.
Sonra da ülkeye dönüp 'Burası Türkiye abicim!' sığlığına boyun eğmek zorunda kalıyoruz. Hatta 'Ne yani, sadece siz mi anlıyorsunuz, biz konuşmayacak mıyız?' gibilerden okuduğunu anlamakta zorlanıp dayılananlar da oluyor.
Üstelik bu korkunç sığlığa ve bezdirici vasatlığa isyan etmenin filan da bir yararının olmadığı ortada. İşte Rıdvan Dilmen bunun bir boyutunu dile getirmeye çalıştı. Kamplardan gelen o standart 'Falan hoca takımın pestilini çıkardı' türünden, haber olduğu ileri sürülen saçmalıkları 'artık bıraksak' diyecek oldu, tepki gördü.
Bu kapsamda daha söyleyecek çok sözüm var ama yerim doldu taştı, noktalamak zorundayım. Dediğim gibi 50 yıldır ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyorum, hayırlara vesile olsun...
Sıteva diye okunur
İşte bezdirici bir konu daha! Galatasaray'ın eşleştiği Steaua Bükreş'in adının "Sıteva" diye söylendiğini defalarca yazdım ve televizyonlarda da anlatmaya çalıştım. En yakın arkadaşlarım dahil olmak üzere tek kişinin bile buna aldırmadığını görüyorum. Üstelik söylenmesi de çok kolay olan 'Sıteva' dururken 'Sıtau, Şıtau' gibi tuhaf sesler çıkartmaktan asla vazgeçmiyorlar. Ne yapabilirsiniz ki, burası Türkiye! Torba meselesi mi! Ondan artık tiksinmenin de ötesine geçmiş durumdayım...