25 Eylül 2008 Perşembe

TSYD Kupası

TSYD Kupası

1963-1964 sezonunda ilk kez düzenlenen bu kupayı kazanan Galatasaray, 1999-2000 sezonundaki son kupayı da kazanan takım olmuştur. 36 kez düzenlenen TSYD Kupasını Galatasaray 12 kez kazanmıştır. 1997 ile 2000 yıllarındaki son üç kupayı da yine Galatasaray kazanmıştır. Galatasaray TSYD Kupası bağlamında en farklı galibiyetlerini ise Beşiktaş’a karşı 6-0 ile 1997 yılında alırken Fenerbahçe’ye karşı ise 1970 yılında 3-0 ve 1998 yılında 4-1 ile almıştır.

Atatürk Kupası

Atatürk Kupası
İlki 1955 yılı mayısında düzenlenen Atatürk Kupası'na, dönemin en güçlü beş İstanbul takımı katıldı. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Adalet ve Vefa takımlarının lig usulü karşı karşıya geldiği turnuvayı, dört maçının üçünü galip bitiren Adalet takımı kazanarak, ilk Atatürk Kupası'nı müzesine götürme başarısı gösterdi.

Atatürk Büstü

"GAZİ KUPASINI GALATASARAY KAZANDI"
Yukarıdaki başlık 1 Eylül 1928 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ne ait. 1 Ocak 1929 tarihinde gazeteler Latin harfleriyle basılacağından, halkı alıştırmak için, bu tarihten itibaren yazıların kenarına köşesine Latin harfleriyle de haberler koyuyorlar.

Bilmeyenler için, Latince başlığın altındaki Osmanlıca’yı da hemen bugünkü dile çevirelim.

"Dünkü maç Fenerbahçe’nin mağlubiyeti ile neticelendi. Netice şudur: Galatasaray dört, FENER SIFIR!.."

Doğaldır ki bu iki güzide kulübün maçlarında bir tarafın galibiyetiyle biten birçok 4-0’lık maçlar vardır. Ama bu 4-0 Galatasaray için çok ayrı bir anlama sahiptir. Onu da hikaye edelim.

Yıl 1928. Aylardan Ağustos. Cumhuriyet hükümeti tarafından dünyaca ünlü İtalyan heykeltraşı Pietro Canonica’ya yapımı ısmarlanan Cumhuriyet Abidesi’nin açılışı yapılacaktır. Zaten o günlerde Canonica da İstanbul’dadır ve abide üzerinde son düzeltmeleri yapmaktadır. Abide’nin çevre düzeni ise, İtalyan mimar Guillio Mongeri tarafından yapılmıştır.

Gazeteler günler öncesinden maç ile ilgili haberleri vermeye başlamışlardır. 5 Ağustos 1928, Pazar gününün Cumhuriyet Gazetesi’nden izleyelim: "Galatasaray-Fenerbahçe kulüplerimizin Tayyare Cemiyeti tarafından konulan Gazi Büstü için icra edecekleri maçın günü dün kat’i suretde kararlaştırılmışdır. Bu Cuma günü (10 Ağustos) Taksim Stadyumu’nda her iki kulübün üç takımı birden karşılaşacaklardır. Evvela dördüncü, yani en küçükler otuzbeşer dakikalık iki devreli bir maç yapacaklar, sonra üçüncü takımlar kırkbeşer dakikalık bir müsabaka icra edecekler ve nihayet saat beşde de birinci takımlar karşılaşacaklardır. (...) Birinci takımların müsabakası o gün berabere neticelendiği takdirde, onbeş gün sonra ikinci bir maç icra edilecek ve bu maç icab ederse yarım saat temdid olunacaktır.

Tayyare Cemiyeti müsabakanın geçen sene vaki olduğu üzere, kulüpcülük hissiyle hareket eden bazı zabıta memurlarının billüzum müdahelesi yüzünden akim (neticesiz) kalması gibi hadiselere meydan vermemek için her türlü tedbiri ittihaz edecek, seyircilerin parmaklıklardan dışarı çıkmasına katiyyen müsamaha ve müsaade etmeyecektir ".

8 Ağustos 1928 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Tertib Heyeti’nin bildirisi var:

"Maç Heyeti Tertibiyesinden.

Tayyare Cemiyeti Menfaatine.

10 Ağustos 1928’de Galatasaray-Fenerbahçe kulüplerinin birinci, üçüncü ve dördüncü takımları arasında icra olunacak müsabakaların her üçüne ait olmak üzere bilet fiyatları berveçh-i zir (aşağıdaki gibi) tesbit edilmiştir.

1- Numrolu balkon mevkileri: 10-5 ve 3 lira

2- Tiribün: 2 lira

3- Duhuliye: 1 lira

4- Tirübün ve duhuliye biletleri, hüviyet varakalı kulüp azasile, zabitan ve mektep talebesi için nısıfdır (yarı yarıyadır)."

9 Ağustos 1928 Perşembe gününün Cumhuriyet Gazetesi’nden devam ediyoruz: Taksim Abidesi’nin açılış haberleri var. Atatürk o günlerde İstanbul’da olduğu halde, açılışta yok. Açılışı Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa yapmış. Gazetenin dördüncü sahifesinde Tertib Heyeti’nin bildirisi var:

1- 10 Ağustos Cuma günü Taksim Stadyumu’nda Tayyare Cemiyeti menfaatına icrası mukarrer (yapılması kararlaştırılmış) futbol müsabakalarından birinci takımların hakemliğine (fierafeddin), üçüncü takımlara (Fuad), dördüncü takımlara (Basri) beyler intihab olunmuşlardır.

2- Yan hakemlerini bu zevat kendileri intihab edeceklerdir.

3- Dördüncü takımlar saat ondörtde, üçüncü takımlar 15,15 de ve büyük maç da saat 17 de başlayacaktır.

4- Hakemlere ve oyunculara karşı leh ve aleyhde bağırmak ve gürültü etmek, oyunu işgal ve halkın istirahatını ihlal edeceğinden bu gibi taşkınlıklardan katiyen mücanebet olunması (kaçınılması) ve polisin müdahalesine meydan verilmemesi rica olunur.

10 Ağustos 1928 Cuma gününün Cumhuriyet Gazetesi’nde 1. sayfada "Galatasaray - Fenerbahçe Müsabakası" başlığı altında, o gün oynanacak maç hakkında resim ve yazılar var: Gazetenin birinci sayfasında Gazi Büstü’nün fotoğrafı ve GS ile FB’nin rozetleri var. Galatasaray’ın rozetinde eski harflerle 1905 tarihi var. FB’nin rozetinde ise tarih yoktur. Maç ile ilgili olarak, birinci sayfada başlayan haberler; dördüncü sayfada da devam ediyor. Bu bölümde takımların muhtemel tertibleri verilmekde, her iki takımın oyuncularının mukayesesi yapılmakta ve maçın sonucu hakkında tahmin yürütülmektedir. Daha sonra "Müsabakanın merasim proğramı" veriliyor:

1- Her müsabakadan beş dakika evvel sahaya girecek olan hakemin düdük çalarak vaki olacak daveti üzerine ve üçüncü düdüğün sedasını müteakib, takımlar sahaya çıkacakdır.

2- Birinci düdükden sonra takımlar soyunma odalarından çıkarak sahaya girecek, parmaklığın kapısı önünde birleşecekler ve sahaya bir Galatasaraylı ve bir Fenerli olarak kolkola ve ağır yürüyerek girecekler. Tarafeyn kapdanları en son olarak kolkola girecekler, girmezden evvel de bervech-i bala kezalik (yukarıdaki gibi) tertib ile takımlarını sevk edeceklerdir.

3- Takımlar sahaya girince, Gazi hazretlerinin büstü etrafında –daire teşkil ederek- duracaklar, bu tertibi hakem idare edecektir. Ve hakemin flama sallayarak vereceği işaret üzerine muzıka milli marş parçasını terennüm edecektir ve bu esnada takımlar esas vaziyetde resmi tazim ifa edeceklerdir.

4- Bu merasim bitince hakem tarafeyn kapdanlarını davet ederek, kale intihabını (seçimini) yaptıracak ve kapdanlara alel usul lazım gelen ....... (okunamadı) bulunacakdır.

5- Üçüncü ve dördüncü takımlar da ayni merasime tabidir.

6- Birinci takımların oyununun hitamında tarafeyn evvela sahanın merkezinde ve hakemin etrafında toplanıp, yekdiğerine şeref nidası irad edeceklerdir.

7- Bundan sonra galip takımın bütün efradı ile üçüncü ve dördüncü takımlar galiplerinin yalnız kapdanları Gazi Hazretlerinin büstünün mevzü (konulmuş) bulunduğu sahanın önüne gelip cepheleri balkona müteveccih olarak duracaklardır.

8- Tayyare Cemiyeti Reisi bu esnada büstlerin yanına gelmiş bulunacağından, hakem gelip neticeyi resmen tebliğ edecek ve reis de büstleri galip takımlara evvela küçüklerden başlayarak sırasiyle verecekdir.

9- Her üç takım kapdanı da sırasiyle reise teşekkür edecek ve arkadaşlarına dönerek ve bir eliyle de büstü tutarak evvela Gazi hazretlerinin ve sonra da Tayyare Cemiyetinin şerefine yaşa nidasını irad ettirecektir.

10- Bu merasım hitam bulduktan sonra ahali dağılana kadar büstler masa üzerinde kalacak ve galib takım azası tamamen veya kısmen masanın başında duracaklardır.Yine gazetenin verdiği habere göre "seyirciler arasında hadise çıkmaması için, Avrupa’da olduğu gibi tribünlerden kapıdan girince sağdakine Fener tarafdarlarının, soldakine de Galatasaray tarafdarlarının oturmaları münasib görülmüştür. Mamafi herkes istediği yerde oturmakda serbestdir" denilmektedir.

11 Ağustos 1928 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde ilk maç ayrıntılı olarak anlatılıyor:

"Neticesi sabırsızlıkla beklenen GS-FB maçı dün yapıldı. Birinci takımlar arasında yapılan maçda GS-FB üçer sayı ile berabere kaldılar. Üçüncü takımlar maçında GS:5-FB:2. Dördüncü takımlar maçı ise 0-0 berabere neticelenmiştir.

Müsabaka Nasıl Oldu?

Galatasaray Takımı: Ulvi-Burhan-Mehmet Nazif-Suphi-Nihat-Midhat-Mehmet-Muslih-Kemal

Faruki-Latif Rebii.

Fenerbahçe Takımı: Fehmi-Kadri-Sabih-Cevat-Sadi-İsmet-Alaaddin-Muzaffer-Zeki-Fikret-Bedri.

FB rüzgar altına düşmüştü. Buna rağmen ilk dakikadan itibaren çok hakim, çok ahenkdar bir oyunla Galatasaray kalesini kuşattılar (...) Buna mukabil Galatasaray müdafaasında garip bir becerisizlik vardı (...) Hele Mehmet Nazif, topa vurmasını unutmuş denilebilirdi. 15 dakikada FB ilk golü yapıyor. 25. dakikada GS. Beraberliği temin ediyor. Ardısıra FB. Penaltıdan 2. golü kazanıyor. (...) Galatasaraylılar bila istisna bozuk oynuyorlardı (...) Birinci haftaymın sonlarına doğru Latif çıktı. Zaten iyi oynamıyordu. Fakat hemen burada ilave edelim ki ikinci devrede tekrar oyuna girdi. Gollerden birisini yapmak suretiyle birinci devredeki fena oyununu unutturdu. 43. dakikada Fenerbahçeliler bir gol daha yaparak bu devreyi bire karşı üç sayı ile bitirmiş oldular.

İkinci Haftaym

İkinci haftaym başlar başlamaz Fenerbahçe’nin fevkalade kuvvetli bir maneviyatla oynadığı görüldü. Fakat Galatasaraylılar da bu vahim vaziyetden kurtulmak için çalışıyorlardı. Dışarıda bağrışan kulübcülerin gürültüsü oyuncuları da sinirlendirmiş, her tarafda bir heyecandır başlamışdı. Bitaraf bir spor meraklısının bu gürültüde müsabakaları zevkle seyir etmesine imkan yoktur. Bağırışmalardan, alkışlardan insanın başı ağrıyor, kulakları uğulduyor, hele bir türlü eksik olmayan "yuha"lardan gönlü bulanıyordu... Kaç gündür gazeteler bu müsabakalar esnasında herkesin sükunet göstermesini temenni etmişdi. Tayyare Cemiyeti’de aynı temenniyi matbu bir şekilde herkese dağıtmışdı. Fakat ne de olsa bir kısım halk var ki onlara spor terbiyesi öğretmek kabil olmuyor, hem kendileri tirübünlerde münakaşalarla kavgaya kadar yol açıyorlar, hem de oyuncuları sinirlendirerek, bütün müsabakanın zevkini kaçırıyorlar (...) Sarı kırmızı oyuncular artık canla başla oynamaya başladılar. Nihayet ikinci haftaymın 28. dakikasında kornerden atılan topu Fenerbahçe kalesine sokarak ikinci golü yaptılar. Bundan sonra Fenerliler biraz gevşemiş göründü (...) Maçın neticesine sekiz dakika kala üçüncü golü de yapan Galatasaray takımı, mağlubiyet tehlikesinden kurtuldu. Bu tehlike şimdi de Fenerbahçe kalesinin etrafında esiyordu. Maç bitinceye kadar Galatasaraylılar hakim oynadı (...)

Galatasaray her zamankine nisbetle çok fena oynadı. Fenerbahçe’nin müstesna oyunlarından birisi idi. Fenerbahçe bu vaziyetden istifade edemedi; hakimiyeti kaçırdı. Fakat Galatasaray takımı maneviyatını gayip etmediği için sonuna kadar çalışarak şerefli bir suretde kurtuldu.
Şimdi bu 3-3 berabere biten maçın kısa bir özetine de Feberbahçeli Çelebizade Sait beyin (o yıllarda böyle bir güzel spor dergisi çıkardığı için Allah ondan razı olsun!) Spor Alemi Mecmuası’na bakalım : "fudbolcu" imzası ile anlatımı yapılan bu yazıda kısaca şu noktalara dikkat çekiliyor.
(...) önce 4. ve 3. takımların maçı veriliyor. Saat Onyedi olmuş. Halk ise sabırsız. Bu sırada fotoğraf ve sinema objektifleri önünde her iki takım da kolkola sahaya çıktılar ve Gazi’nin büstü önünde sıralandılar (...) Maç başlar başlamaz, her iki takım biraz durgun (...) Tam onuncu dakikada Alaaddin kaptığı topu sıkı ve güzel bir burun şutu ile Galatasaray ağlarına takıyordu. (...) Kemal ufak bir plase ile topu Fenerin kalesine sokuyor. (1-1) berabere.
(...) Bu akınlardan birisinde Mehmet Nazif topu eliyle tutuyor ve hakem penaltı cezasını veriyor. Güzel bir plase ile golü kaydeden Fikret faikiyeti yine Fener’e bahşediyor. (...) Devrenin bitmesine birkaç dakika kala Fener’in toptan bir akını Galatasaray kalesine kadar akıyor ve ayaktan ayağa geçen top, Sadi’nin bir vuruşu ile Galatasaray kalesini üçüncü defa ziyaret ediyordu. (...) Devre ise 3-1 Fener lehinde. (...) Oyunun neticelenmesine yirmi dakika var. Galatasaray ise hala cansız oynuyor. (...) Bilhassa Galatasaray taraftarları arasında maçın neticesini görmeden gitmeğe hazırlananlar var. Fakat hayret, birden Galatasaraylılar canlanıyor. Akın akın üstüne, Fener’de ise fazla bir emniyet, Lüzumsuz bir gurur var. Adeta hasımlarını istihkar eder (aşağılar) vaziyetde alay ediyorlar. Böyle iki gol fark belki başka bir takımı nevmid (ümitsiz) edebilirdi. Fakat Fenerliler karşılarında Galatasaray’ın olduğunu unutmuşlardı. O Galatasaray ki bazen harikalar yaratmağa muktedir bir kuvvete malikdir. (...) Muslih ise uzaktan bir kafa darbesiyle ikinci sayıyı kaleye sokunca Galatasaray’da ümit fazlalaştı. (...) İşte yavaş yavaş harikayı yaratan, gayri kabili mümkün kılan sarı kırmızılılar, üçüncü ve beraberlik sayısını da kaydedince Fener tehlikeyi anladı. Galatasaray ise hala hücumda, hatta bir şut direğe çarpıyor."
*
İlk maç 3-3 berabere bitince, onbeş gün sonra ikinci bir maç için karar veriliyor. Hafta içinde GS. Rumlarla bir idman maçı yapıyor ve 3-2 kazanıyor. Gazeteler bu ara, maçın hakeminin kim olacağı hususu üzerinde duruyorlar. Hakemliğe birinci aday, Beşiktaşlı fieref beydir. Fakat adı geçenin, Fenerbahçe’nin antrenmanlarına nezaret ettiği hakkında dedikodular vardır. fieref bey Beşiktaşın reisidir ve tarafsızlığı ile gerek GS ve gerekse FB.liler tarafından sevilen bir insandır.
*
Artık beklenen gün gelmiştir; yani 31 Ağustos Cuma günü. O günün Cumhuriyet Gazetesi’nde her iki takımın oyuncularının ve oyun tarzlarının güzel bir incelemesi var. Yazar, FB’nin forvetini, GS’ın savunmasını beğeniyor. "FB ilk devrede işi bitirmelidir. FB. İşini 2. devreye veya uzatmaya bırakırsa maçı GS. kazanır" diyor.
Yeniden yazımızın başına, 1 Eylül 1928 Cumartesi tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ne dönebiliriz; Ne diyordu anılan gazetenin başlığı? "-Galatasaray galip. Dünkü maç, Fenerbahçe’nin mağlubiyeti ile neticelendi. Netice şudur: Galatasaray dört, Fener SIFIR!... Gazi büstünü Galatasaray aldı. Galip tarafa Gazi hazretlerinin bir heykeli hediye edilmek şartile Tayyare Cemiyeti tarafından Galatasaray ile Fenerbahçe takımları arasında tertip edilen ilk müsabaka üç hafta evvel berabere neticelendikten sonra dün bu iki takım ikinci defa olarak tekrar karşılaşmışlar. Birinci müsabakada Fenerbahçeliler müstesna bir fırsat kaçırmışlardı. Diğer taraftan geçirdikleri tehlikeyi idrak eden Galatasaraylılar o zaman: -Fenerbahçe bir daha bu kadar güzel oynayamaz; bizim bugünkü gibi fena oynamaklığımız imkansızdır. Binaenaleyh Fenerbahçe bir daha buna benzer bir fırsat ümit etmemelidir, diyorlardı. Dünkü müsabaka Galatasaraylılar’ın bu iddiasına hak vermiş oldu. (...) Galatasaraylılar takımlarında büyük bir değişiklik yaparak meydana çıkıyorlardı. fiadli ve Necdet gibi daha düne kadar üçüncü takımda oynayan iki genci birinci takımın muhacim hattına ikame etmişlerdi. Bunda hiç şüphesiz muhik bir isabet vardı. Fakat ilk tecrübeyi Fenerbahçe gibi bir rakib karşısında yapmak o kadar tehlikeli bir oyun idi ki, "eski oyuncuların yerine gençleri koymak disturuna bizim gibi en ziyade taraftar olanlar bile bu tehlikeli tecrübe karşısında düşüyorlar ve Galatasaray’ın galibiyet ihtimallerinden daha ziyade uzaklaştığına hükmetmeğe kadar varıyorlardı. Halbuki Galatasaray’ın dünkü muvaffakiyetinin, galibiyetinin, hatta muzafferiyetinin en büyük amili bu iki gencin takıma ilave edilmesinden ibaretdir, diyebiliriz. (...) Fenerbahçeliler mağlubiyetin "gayrikabil-i içtinab"-kaçınılmaz- olduğunu hiseder etmez kaçamak yollar aramaya başladılar. Bir defasında kaleci Fehmi, GS.lı Kemal Faruki’ye bir yumruk attı. Yine bir defasında Bedri gibi pek öyle kavgacı olarak tanınmamış bir oyuncu, sonra birkaç defa da büsbütün salahperver –sakin, barışcı- büsbütün ince bir futbolcu olarak şöhret kazanmış diğer bir oyuncu, karşılarındaki Galatasaraylı o- yuncularla kavga çıkarmak için adeta bahane aradılar: Her vesilede çatmak istediler. Onların bu suretle sinirlenmesi haklımıydı, değildi. Karşılarındaki Galatasaraylı oyuncuların hatası var mıydı? Yoktu. (...) Vakıa şudur ki, Fenerbahçe’nin çelebi tanınmış oyuncuları bile kavga çıkarmak, mesele ihdas etmek için bahane arıyorlardı (...)Oyun Nasıl Oldu?Galatasaray Takımı: Ulvi-Mehmet Nazif-Burhan-Suphi-Nihat-Mithat-Mehmet-fiadli-Necdet-Kemal Faruki-MuslihFenerbahçe Takımı: Fehmi-Kadri-Fürüzan-Cevad-Sadi-İsmet-Alaaddin-Muzaffer-Zeki-Fikret-Bedri(...) Onbeşinci dakikada Galatasaray muhacimleri deminki fırsatı yeniden ele geçirdiler, yine öyle Füruzan’ı kolaylıkla geçtikten sonra kaleci ile karşı karşıya kaldılar. Üçüncü takımdan birinciye geçen Necdet ilk golü yaptı (...) Yine onbeşinci dakikada Galatasaraylılar sağ içeriden ikinci golü de yaptılar. (...) Müsabakanın bitmesine on dakika kala Necdet Galatasaray’a üçüncü golü kazandırdı. Son dakikalarda yine Necdet dördüncü sayıyı yaparak Galatasaray’ın galibiyetini gayrikabil-i itiraz bir suretde ... (okunamadı) etmiş oldu. (...)Bu Galibiyetin En Kıymetli MükafatıOyun bittikten sonra Galatasaray oyuncuları, Gazi Hazretlerinin büstü önünde dizildi. Heykel, merasim-i mahsusa ile İstanbul şampiyonuna verildi. Bir taraftan muzıka çalarken, bir taraftan da Galatasaray’ı sevenler, sevinçlerinden oynuyorlar, sinama makinası da oyuncuların resmini alıyordu.*Büyükler maçından önce yapılan dördüncü takımlar maçında, FB dördüncü takımı, GS dördüncü takımını 4-1 yenmiş ve onlar da böylece Gazi’nin küçük bir büstünü kazanmışlardır.*Evet! Cumhuriyet Gazetesi’nden maçlar hakkında gerekli bilgileri verdik. İsterseniz yine FB’li Çelebizade Sait Bey’in Spor Alemi mecmuasına bakalım. 13 Eylül 1928 tarihli ve 25 numrolu Spor Alemi aynen şu başlığı atmış: Galatasaray Fenerbahçe maçının revanşı Fenerbahçe muhacimlerinin yılgın bir oyun oynaması neticesi Galatasarayın dört sıfır galebesi ile neticelenmiştir. Bu galibiyetde genç oyuncuların büyük bir hissesi mevcutdur.(...) Üç küçük gencin yaptığı fedekarane hareketler esnasında Fenerbahçe’ye ilk sayı yapıldı. (...) Golden sonra stadın bir cephesini işgal eden binlerce sarı kırmızılı tarafdar, kulüplerinin seremonisini yapdılar. Sevindiler, coştular. (...) İkinci devreye çıkıldığı zaman, Fenerlilerin şiddetli akınları yine bakiydi.(...) Her iki takımda da oynanan favullü oyunlar, bazen teşvik görüyor, bazen de yuhalarla, ıslıklarla karşılanıyordu. (...) Genç muhacimler yorulmadan, çekinmeden tekrar Fenerbahçe kalesine hücuma başladılar. Ve bu patırdı arasında, hasımlarının maneviyetsizliklerinden istifade ederek iki sayı daha yaptılar. Oyunu da 0-4 gibi azim bir farkla galip olarak bitirdiler (...) Gazi büstü maçından muvaffakiyetle çıkan Galatasaraylılar, bu galebelerini fazla cesur ve atılgan oynamalarına medyündurlar. (...) (
Gazi Büstü’nün kazanılmasından sonra, o günlerde GS. Kulübü başkanı olan Necmeddin Sadak beyin, Atatürk’e yazdığı mektuba, Atatürk’ün verdiği cevapla yazımızı bitirelim:
Dolmabahçe 4.9.1928
Galatasaray terbiye-i bedeniye kulübü reisi ve Sivas meb’usu Necmiddin Sadık bey efendiye
Mektubunuzu aldım. Türk gençliğinin spor sahasında da gösterdiği kabiliyet ve faideli faaliyeti takdirle müşahade ve takib ediyorum.
Hakkımda ibraz buyurulan asar-ı muhabebetten mütehassis oldum. Teşekkür ederim efendim.
Reisi Cumhur
Gazi Mustafa Kemal

Başbakanlık Kupası


Başbakanlık Kupası

Ligi ikincileri ile kupa finalistini karşı karşıya getiren Başbakanlık Kupası 1998 yılına kadar oynanmıştır. 1944 yılından itibaren değişik statüler altında oynanan bu kupa düzenli olarak 1966 yılından itibaren oynanmaya başlamıştır. Galatasaray 7 kez finalinde yer aldığı bu kupayı 5 kez müzesine götürmeyi başarmıştır. Galatasaray kupayı ilk kez 1975 yılında Trabzonspor’u 1-0 yenerek kazanmıştır. Kazandığı 5 kupanın 2’sinde Trabzonspor’u, 2’sinde de Fenerbahçe’yi yenen Galatasaray bir kez de Altay’la oynamış ve 1986 yılındaki finalde rakibini kupanın tarihindeki en farklı skorla 8-1 mağlup etmiştir.

Cumhur Başkanlığı Kupası

Cumhur Başkanlığı Kupası

1966 yılında ilk kez oynanan Cumhurbaşkanlığı Kupası, Lig şampiyonu ile Kupa Şampiyonunu bir araya getiren bir organizasyon olarak 2000 yılına değin 34 yıl süreyle oynanmıştır. Bu kupada kimi zaman lig şampiyonu kimi zamanda kupa şampiyonu sıfatıyla 16 kez final oynayan Galatasaray, 10 kez bu kupayı kazanmayı başarmıştır.

İlk Cumhurbaşkanlığı Kupası finalinde Beşiktaş ile mücadele eden Galatasaray bu maçı 2-0 kazanmıştı. 2000 yılındaki son kupa finalinde de Beşiktaş ile oynayan Galatasaray bu finali ise 2-0 kaybeden taraf olmuştu.

Galatasaray 16 kez final oynadığı bu kupada 7 kez Beşiktaş’la oynadı. En farklı galibiyetlerini ise 1972’de Ankaragücü’ne 1997’de de Fenerbahçe’ye karşı 3-0’lık skorlarla aldı. Hakan Şükür ise attığı 5 golle bu finallerin en çok gol atan oyuncusu oldu.

Türkiye Kupası

Türkiye Kupası

Galatasaray, 1962-1963 sezonundan bu yana oynanan Türkiye Kupası'nı en çok kazanan takım oldu. 19 kez final oynayan Galatasaray bu finallerin 14’ün de mutlu sona ulaştı.Galatasaray finallerde bugüne değin en çok Beşiktaş ile karşılaştı.

1962-1963: Türkiye Kupasını ilk kez düzenlediği 1962-1963 sezonunda kazandık. İlk maçta Zonguldak Kömürspor’u eleyen Galatasaray finalde Fenerbahçe’yi her iki maçta da 2-1 yenerek kupayı kazanan taraf olmuştu.

1963-1964: Galatasaray final maçında Altay’ın sahaya çıkmaması nedeniyle hükmen galip gelerek kupayı kazanmıştı.

1964-1965: Üstüste üçüncü kez kupayı kazanan Galatasaray finalde ilk maçta 0-0 berabere kaldığı Fenerbahçe’yi 1-0 yenerek kupayı kazanmıştı.

1965-1966: Dördüncü kez kazanılan bu kupa mücadelesinin yarı finalinde Fenerbahçe’yi eleyen Galatasaray finalde de Beşiktaş’ı 1-0 yenerek şampiyon olmuştu.

1972-1973: Galatasaray ligde üçüncü kez üstüste şampiyon olduğu bu sezonda kupayı da beşinci kez kazandı. Galatasaray final maçında Ankaragücü’nü önce 3-1 yenmiş rövanşta da 1-1 berabere kalmıştı.

1975-1976: Galatasaray altıncı kez kupayı kazandığı bu sezonda finalde o sene ilk kez şampiyon olan Trabzonspor ile oynamıştı. İlk maçı 1-0 kaybeden Galatasaray ikinci maçı 1-0 kazanınca iş penaltılara kalmış ve 5-4 üstünlük sağlayan Galatasaray kupayı kazanmıştı.

1981-1982: Birbirinden zorlu rakipleri eleyerek finale gelen Galatasaray finalde Ankaragücü’nü ilk maçta 3-0 yenmiş ikinci maçta 2-1 yenilmesine rağmen şampiyon olmuştu. O sezon takımın teknik direktörlük görevini Özkan Sümer yürütmekteydi.

1984-1985: Jupp Derwall’in ilk sezonunda ligde işlerin iyi gitmediği bir süreçte kazanılan bu kupa şampiyonluk kadar değerliydi. Çünkü Galatasaray çeyrek finalde Fenerbahçe’yi, yarı finalde Beşiktaş’ı ve finalde de 2-1 ve 0-0’lık sonuçlarla Trabzonspor’u elemişti.

1992-1993: Galatasaray o sezon Feldkamp ile lig şampiyonluğunun yanısıra kupa şampiyonluğunu da kazanmıştı. Finalde Beşiktaş’a karşı 1-0 ve 2-2 biten maçlar sonunda Galatasaray kupayı kazanan taraf olmuştu.

1995-1996: Finalde Fenerbahçe ile karşılaşan Galatasaray 1-0 ve 1-1 ‘lık iki maçın ardından kupayı kazanan takım olmuştu. Final maçının bitiminde Galatasaray Teknik Direktörü Graham Souness’in Kadıköy Fenerbahçe Stadı'nın sahanın ortasına Galatasaray bayrağını dikmesi maçın unutulmaz anıları arasında yer almıştı.

1998-1999: Finalde Beşiktaş’la karşılaşan Galatasaray 0-0 ve 2-0’lık sonuçlarla kupayı kazanan taraf olmuştu. Bu Fatih Terim’in teknik direktör olarak kazandığı ilk Türkiye Kupası’ydı.

1999-2000: UEFA Kupası'nın kazanıldığı sezonda Türkiye Kupası’nın finali de ilk kez Diyarbakır’da oynanmıştı. Galatasaray yine tarihinde ilk kez final oynayan rakibi Antalyaspor’u uzatmalarda 5-3 yenerek kupayı kazanmıştı.

2004-2005: Galatasaray’ın 14. kupa şampiyonluğu efsanevi futbolcusu Hagi’nin teknik direktörlük yaptığı sezonda kazanılmıştı. Olimpiyat Stadı’nda oynanan bu final maçında Galatasaray, Fenerbahçe’yi 5-1 gibi tarihi bir skorla yenerek kupayı kazanmıştı.

1. Lig Şampiyonları

1. Lig Şampiyonları

1961-1962 sezonu: Galatasaray’ın profesyonel lig tarihindeki kazandığı ilk lig şampiyonluğuydu. Gündüz Kılıç’ın teknik direktörlüğünü yaptığı sezonda Galatasaray 38 maçta 23 galibiyet, 7 beraberlik ve 8 mağlubiyet alırken 57 puan toplamıştı.

1962-1963 sezonu: Yine Gündüz Kılıç’ın teknik direktörlüğünü yaptığı Galatasaray tarihin en uzun lig maratonunda oynadığı 42 maçın 28’ini kazandı. 11 maçta berabere kalan Galatasaray 3 de mağlubiyet aldı. Eleme grubunda 32 puan toplayan Galatasaray final grubunda ise 35 puan toplamayı başarmıştı.

1968-1969 sezonu: Toma Kaleperoviç’in teknik direktörlüğünü yaptığı bu sezonda Galatasaray üçüncü kez şampiyon oldu. 30 maçta 19 galibiyet, 8 beraberlik ve 3 mağlubiyet alan Galatasaray, 46 puan topladı.
1970-1971 sezonu: Coşkun Özarı ve Brian Birch’ün çalıştırdığı Galatasaray 30 maçta 17 galibiyet, 8 beraberlik ve 5 mağlubiyet aldı. 42 puan toplayan Galatasaray dördüncü kez şampiyon oldu.

1971-1972 sezonu: Brian Birch’ün tek yetkili olarak takımın başında bulunduğu bu sezonda Galatasaray 30 maçta bir önceki sezonda olduğu gibi 17 galibiyet, 8 beraberlik, 5 mağlubiyet aldı ve 42 puan topladı. Bu ligdeki beşinci şampiyonluktu.
1972-1973 sezonu: Bu sezondaki şampiyonluk Galatasaray’ın üstüste kazandığı üçüncü şampiyonluk oldu. Galatasaray 30 maçta 19 galibiyet, 9 beraberlik ve 2 mağlubiyet aldığı bu sezonda 47 puanla şampiyon oldu. Brian Birch de Türkiye’de üstüste 3 şampiyonluk kazanan ilk teknik adam oldu.

1986-1987 sezonu: 14 yıl aradan sonra Jupp Derwall yönetiminde kazanılan bu şampiyonluk Galatasaray’ın profesyonel liglerdeki 7. şampiyonluğuydu. Galatasaray 36 maçta 23 galibiyet, 8 beraberlik 5 de mağlubiyet alırken 54 puan toplamıştı.

1987-1988 sezonu: Mustafa Denizli’nin teknik direktörlüğü üstlendiği bu sezonda Galatasaray oynadığı 38 maçta 27 galibiyet, 9 beraberlik ve 2 mağlubiyet alırken ilk kez üç puan sisteminin uygulandığı bu sezonda 90 puan toplamıştı.

1992-1993 sezonu: Karl Heinz Feldkamp’ın teknik direktörlük görevini üstlendiği bu sezonda Galatasaray 66 puanla şampiyon olurken, 20 galibiyet, 6 beraberlik ve 4 mağlubiyet almıştı.

1993-1994 sezonu: Reinhard Holmann’ın teknik direktörlüğünü yaptığı bu sezonda Galatasaray, 30 maçta 22 galibiyet, 4 beraberlik ve 4 mağlubiyet aldı. 70 puan topladı. Bu şampiyonluk Galatasaray’ın lig tarihinde kazandığı 10. şampiyonluk olacaktı.

1996-1997 sezonu: Fatih Terim’in teknik direktörlüğü üstlendiği bu sezonda Galatasaray, 34 maçta 25 galibiyet, 7 beraberlik 2 de mağlubiyet aldı. 82 puan toplayan Galatasaray böylece 11. kez şampiyon oluyordu.

1997-1998 sezonu: 34 maçta 23 galibiyet, 6 beraberlik ve 5 mağlubiyet alan Galatasaray, 75 puanla 12. kez şampiyon oldu. Bu sezona damgasını vuran gelişme ise Galatasaray Başkanı Faruk Süren’in “20:45’te şampiyonuz” mesajı olacaktı.

1998-1999 sezonu: Fatih Terim yönetiminde üstüste üçüncü kez kazanılan bu şampiyonluğa 34 maçta 23 galibiyet, 9 beraberlik, 2 mağlubiyet ile ulaşılırken 78 de puan toplandı.

1999-2000 sezonu: Üstüste dördüncü kez kazanılan bu şampiyonluk 34 maçta 24 galibiyet, 7 beraberlik ve 3 mağlubiyetle gelmişti. Fatih Terim’in son kez teknik direktörlük görevini üstlendiği bu sezonda aynı zamanda UEFA Kupası da kazanılmıştı.2001-2002 sezonu: Mircea Lucescu’nun teknik direktörlük görevini yürüttüğü bu sezonda Galatasaray 15. kez şampiyon olarak üçüncü yıldızı takan ilk takım olacaktı.Galatasaray bu şampiyonluğa 34 maçta 24 galibiyet, 6 beraberlik ve 4 mağlubiyetle ulaşmıştı.

2005-2006 sezonu: Eric Gerets ile kazanılan bu şampiyonluk Galatasaray tarihindeki 16. şampiyonluk olacaktı. Fenerbahçe’nin son hafta Denizli’de berabere kalmasıyla gelen bu şampiyonluğa 24 galibiyet, 6 beraberlik 4 de mağlubiyetle ulaşıldı. Bu sezonun son maçı olan 3-0’lık Kayserispor maçı ve o maçın bitiminden itibaren 16 dakika süreyle Denizli’deki Fenerbahçe maçının bitmesinin beklenmesi unutulmaz anlar olarak tarihe geçecekti.2007-2008 sezonu: Karl Heinz Feldkamp ile başlayıp, sezonun bitmesine 6 hafta kala istifa etmesiyle Cevat Güler'in teknik direktörlüğüyle tamamlanan bu sezonda Galatasaray, sezon boyunca yaşanan birçok çalkantıya rağmen, çoğu ilk kez sarı-kırmızı forma giyen genç oyuncularının inanılmaz performansıyla 17. şampiyonluğa ulaştı. Sezonun 32. haftasında Fenerbahçe'yi yeni transfer Nonda'nın golüyle 1-0 yendikten sonra liderliği de ele geçiren Galatasaray, bu sezon müthiş bir çıkış yapan Sivasspor'u da sahasında 5-3 yenerek liderliğini iyi pekiştirdikten sonra en yakın rakipleri Fenerbahçe, Beşiktaş ve Sivasspor'a 6 puan fark atarak 79 puanla 17. şampiyonluğuna uzandı.

Şampiyonluk Sıralaması
Galatasaray 17
Fenerbahçe 17
Beşiktaş 12
Trabzon 6

2007-2008 Galatasaray
2006-2007 Fenerbahçe
2005-2006 Galatasaray
2004-2005 Fenerbahçe
2003-2004 Fenerbahçe
2002-2003 Beşiktaş
2001-2002 Galatasaray
2000-2001 Fenerbahçe
1999-2000 Galatasaray
1998-1999 Galatasaray
1997-1998 Galatasaray
1996-1997 Galatasaray
1995-1996 Fenerbahçe
1994-1995 Beşiktaş
1993-1994 Galatasaray
1992-1993 Galatasaray
1991-1992 Beşiktaş
1990-1991 Beşiktaş
1989-1990 Beşiktaş
1988-1989 Fenerbahçe
1987-1988 Galatasaray
1986-1987 Galatasaray
1985-1986 Beşiktaş
1984-1985 Fenerbahçe
1983-1984 Trabzonspor
1982-1983 Fenerbahçe
1981-1982 Beşiktaş
1980-1981 Trabzonspor
1979-1980 Trabzonspor
1978-1979 Trabzonspor
1977-1978 Fenerbahçe
1976-1977 Trabzonspor
1975-1976 Trabzonspor
1974-1975 Fenerbahçe
1973-1974 Fenerbahçe
1972-1973 Galatasaray
1971-1972 Galatasaray
1970-1971 Galatasaray
1969-1970 Fenerbahçe
1968-1969 Galatasaray
1967-1968 Fenerbahçe
1966-1967 Beşiktaş
1965-1966 Beşiktaş
1964-1965 Fenerbahçe
1963-1964 Fenerbahçe
1962-1963 Galatasaray
1961-1962 Galatasaray
1960-1961 Fenerbahçe
1959-1960 Beşiktaş
1959 Fenerbahçe
Türkiye 1. Ligi'nin başladığı tarih TFF tarafından 1959 yılı olarak kabul edilmesine karşın, TFF Tahkim Kurulu'nun 09.05.2002 tarih, 2002/52E ve 2002/68K sayılı kararı tahtında Beşiktaş Kulübü'nün 1956-1957 ve 1957-1958 sezonlarında Türkiye Ligi şampiyonu olduğuna ve bu şampiyonlukların TFF Yıldız Kriterine dahil edileceğine karar verilmesi sebebi ile toplam şampiyonluk sayısı, toplam lig sezonu sayısından 2 fazladır.

UEFA Süper Cup


UEFA Süper Cup
2000 UEFA Süper Kupa Finali
25.08.2000

Stadyum
Monaco II. Louis
Galatasaray 2 - Real Madrid 1

1999 - 2000 sezonunda finalde Arsenal'i yenerek UEFA Kupası'nı müzesine götürmeyi başaran ilk Türk takımı olan Galatasaray, aynı sezon Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Real Madrid'i 2-1'lik skorla devirerek Süper Kupa'yı da kazandı ve Türk futbolunda yeni bir sayfa açtı. Galatasaray'ı Avrupa'nın bir numarasına taşıyan golleri 41 ve uzatmanın 103. dakikasında Mario Jardel kaydederken, İspanyol devinin tek golü 79. dakikada Raul'den geldi.

UEFA Kupası

UEFA Kupası

1999-2000 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde mücadele eden Galatasaray, grubundaki son maçında Milan’ı son dakikalarda gelen gollerle 3-2 yenerek UEFA Kupası’nda oynama şansını elde etmişti.

UEFA Kupası’nda sırayla Bologna, B. Dortmund, Real Mallorca ve Leeds United’ı eleyen Galatasaray, finalde de İngiltere’nin Arsenal takımıyla karşılaştı. Kopenhag (Danimarka) Parken Stadı'nda oynanan, normal süresi ve uzatma bölümü golsüz sona eren maçın ardından penaltı atışlarına geçildi. Rakibine 4-1 üstünlük sağlayan Galatasaray, UEFA Kupasını kazanan taraf oldu. Penaltı atışlarında Ergun Penbe, Hakan Şükür, Ümit Davala ve Giga Popescu Galatasaray adına topu ağlara gönderen isimler oldular.

Bu büyük başarı, bir Türk takımının ülke tarihinde ilk bir Avrupa kupasını Türkiye'ye getirmesi anlamını taşıyordu. Galatasaray'ın bu büyük başarısı, Türk futbolunda yepyeni bir ufuk açmış, o güne kadar yerel hedeflerle yetinen Türk kulüplerinin önüne uluslararası perspektif açmıştır. Galatasaray'ın, Avrupa'nın futbolda ileri gitmiş ülkeleri arasında kendi çabasıyla edindiği bu haklı yer, tüm dünyada da yankı bulmuştur. Galatasaray adı, bu büyük başarıyla dünyanın birçok ülkesinde ve özellikle 3. dünya ülkeleri arasında büyük bir sevgi ve sempatiyle bilinir olmuştur.

Bugüne kadar geçilememiş olduğu gibi, aynı sezonun devamı niteliğinde olan UEFA Super Cup'un da alınmasıyla daha perçinlenmiştir..

3. Tur 1. Maç
23.11.1999
Bologna 1 - Galatasaray 1

3. Tur 2. Maç
09.12.1999
Galatasaray 2 - Bologna 1

4. Tur 1. Maç
02.03.2000
B.Dortmund 0 - Galatasaray 2

4. Tur 2. Maç
09.03.2000
Galatasaray 0 - B.Dortmund 0

Çeyrek Final 1. Maç
16.03.2000
Real Mallorca 1 - Galatasaray 4

Çeyrek Final 2. Maç
23.03.2000
Galatasaray 2 - Real Mallorca 1

Yarı Final 1. Maç
06.04.2000
Galatasaray 2 - Leeds United 0

Yarı Final 2. Maç
Leeds United 2 - Galatasaray 2
20.04.2000

FİNAL
17.05.2000
Galatasaray 4 - Arsenal 1

Kupalar

Galatasaray Marşları

Galatasaray Marşları

Çıldırın Çıldırın
cimbombom cibombom
cimbombomcibombom

Aslanlar sahada, tribünler ayakta
90 dakika taraftar arkanda
Sarı kırmızıyla, hiç bitmez bu sevda,
Şampiyon olunca, çoşalım çılgınca

Çıldırın çıldırın çıldırın çıldırın
Çıldırın çıldırın cimbom için çıldırın

Gerçekleri TarihYazar
Gerçekleri Tarih Yazar
Dört sene üst üste şampiyon olduk
Avrupa’nın kralı olduk
Gerçekleri tarih yazar
Tarihi de Galatasaray

Haydi bastır! haydi bastır!
Haydi bastır Galatasaray...

Ne Beşiktaş ne Fener Ne de Trabzon
Bu sene sensin şampiyon
Haydi bastır! haydi bastır!
Haydi bastır Galatasaray!
Ölümüne! Ölümüne! Ölümüne Galatasaray!

Şampiyom Cİmbomum
Şampiyon cimbombomum ne istersen iste benden
İstersen donatalım dört bir yanı bayraklarla
İstersen çınlatalım dört bir yanı şarkılarlaistersen inletelim davullarla zurnalarla

Fark Etmez
Farketmez
Fener olmuş kartal olmuş
Cimbom için hiç farketmez
Tut ki Roma,Milan olmuş
Cimbom için hiç fark etmez

Al canımı kat canına
Ne yapsam az cimbomuma
Aldırmaz hiçbir takıma
Cimbom için hiç farketmez

Destanlar Yazan
Destanlar Yazan
Destanlar yazan...
Taraftarınla...
Tüm camianla...
En büyük sensin...

Saldır cimbombom
Sensin şampiyon

Bir tek kupanın
Tüm Avrupa’nın
Gelmiş ve gelecek bütün takımların
Destanlar yazan, zaferler yaratan
Uğruna canını koyan
Taraftarınla, tüm camianla
En büyük sensin cimbombom

Saldır cimbombom, sensin şampiyon op

Müzemiz

Müzemiz

Galatasaray Spor Kulübü'nün 50. yılı dolayısıyla 1955 yılında yayımlanan kitabın müze ile ilgili bölümünde müzenin kuruluşu bizzat Ali Sami Yen’in anılarından şu şekilde aktarılır.

“Vaktiyle donanma cemiyetinin yaptığı teftişlerde birinciliği kazanmak için bütün kudretimzle çalışır, bütün şahsi vasıtalarımızı da bu uğurda kullanırdık. O sırada kotra eksiklerinin tamamlanması için kalafat yerinde sık sık dolaştığımdan bir gün ihtiyar bir gemicinin sattığı bir derin su iskandilini 15 kuruşa almaya muvaffak olmuştum. Çok eski modası geçmiş bir alet idi. Fakat temizleyip parlattıkça gemicilik odamızın masasının üzerinde kendisini gösterdi. Yanına ikinci bir alet getirme hevesi yavaş yavaş denizcilik müzemizin ortaya çıkmasına yol açtı. Kendi vasıtalarımızla almaya muvaffak olamadığımız aletleri de, bizi teşvik etmek isteyen o zamanki Bahriye Nazırı Cemal Paşa’dan almıştık. O tarihte kulüp merkezini Beyoğlu’ndan Kalamış koyuna taşımıştık. Evde kendim için toplamış olduğum spor resimlerini de kulübe getirdim. Mevcut kupalarımıza üç camekan temin etmiştik. Deniz ve kara sporlarına ait hatıralar bir araya gelince cazibesi büyüdü ve bu suretle yavaş yavaş Galatasaray Müzesi ortaya çıktı”

Ali Sami Yen’in Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kalamış’taki kulüp lokalinde oluşturduğu bu ilk müzede o zamana kadar kazanılan kupalar ile denizcilik malzemeleri sergilenmekteydi. Ancak savaş sonrasında bu müze binasına İngilizler tarafından el konulması üzerine Ali Sami Yen, bu ilk müzedeki tüm malzemeyi o zamanki lise müdürü Salih Arif Bey’e teslim eder. Karar 15 Mayıs 1919 tarihli Genel Kurul kararıyla alınır. Böylece Galatasaray Müzesi bugün de halen içinde yer almakta olduğu lisedeki yerine gelmiş olur.

Şimdilerde ise müze, lisenin karşısındaki tarihi Postane Binası'na taşınmanın hazırlıkları içerisinde. Türkiye’deki ilk kulüp müzesini neredeyse bundan 100 yıl önce kurmuş olmanın onuruna sahip olan Galatasaray, şimdi de çağdaş bir spor kulübü müzesini halka sunmanın gururunu yaşamaya hazırlanıyor. Yakın bir zamanda Galatasaray, yeni ve modern bir müzeye kavuşuyor. Hem de, Avrupa Şampiyonu olmuş ve dünya markası haline gelmiş bir kulübe yaraşacak tarzdaki bir müzeye.

Halizhazırdaki müzede Galatasaray Spor Kulübü’nün kuruluşundan bu yana kazanılan ve sayıları 4000'e aşmış bulunan kupalar, şilt ve formaların yanı sıra Birinci Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katılan 200 lise öğrencisinin kılıç, karabina silahları da bulunmaktadır.


Ayrıca müzemizde kulüp arşivi, 97 yıllık resim koleksiyonu, başta Atatürk olmak üzere Türk ve Yabancı Devlet Başkanlarının imzalı fotoğrafları ve 2000 yılında kazanılan UEFA Kupası ve Süper Kupa ile birlikte 3000 adet kupa bulunmaktadır.
Müze her Çarşamba saat 13:00-17:00 arasında ziyaret açılıyor.

Ulaşım Bilgileri:Galatasaray Müzesi
Galatasaray Lisesi
Beyoğlu-İstanbul
Tel: 0 212 249 11 00

Şehitlerimiz

Şehitlerimiz

Bugünkü Galatasaray Lisesi'ne girer, ağaçların doğal bir koridor oluşturduğu yoldan ilerlerseniz karşınıza çıkacak olan Mektep binasının ana kapısına ulaşırsınız. İçeriye girin tüm Galatasaraylılar ve Galatasaraylı olmayanlar ve tarihin bir bölümüne tanık olun.

İçerdeki bu taş ve mermer salonda sizi "VATAN" ve "GALATASARAYLILIK" sevgisi karşılayacaktır. Kapının tam karşısındaki bölümde yalın olmasına karşın görkemli bir anıtta vatan uğruna şehit düşen Galatasaray Lisesi öğrencilerinin listesi yer almaktadır.

Bu anıtı gördükten sonra "fazla söze gerek olmadığını" siz de anlayacaksınız. Salonun, giriş kapısına göre sağ tarafında, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1910 senesi hudutlarını gösteren bir harita, haritanın her iki yanında ise şehit olan gencecik yurtseverlerin fotoğrafları sıralanmıştır. Ve haritanın üstünde bir ibare: "Galatasaray'ın bu kahraman evlatları, 500 yıllık bu vatan topraklarını kurtarmak için şehid düştüler."

Bu bölümün tam karşısındaki duvarda ise Donanma Mecmuası'nın Ekim 1915 sayısının Spor İlavesi'nde yayınlanmış olan Galatasaray mensubu şehitlerin, yaralıların ve cephelerde vuruşanların listeleri "Şerefli İdmancılar" başlığı altında yer alıyor. Bu liste Donanma Mecmuası'nın büyük boyda yayımlanan haftalık dergisinin "İdman Sütunları" ismi altında verdiği ilavelerin 118 ve 119. sahifelerinde yayımlanmıştır. Bu panoların yanındaki bir başka panoda, Devrin en büyük gazetesi Tasvir-i Efkar'ın 13 Nisan 1913 tarihli ve 725 sayılı nüshasında çıkan resmin ve yazının bugünkü Türkçe'yle ifadesi bulunuyor: '1913 Balkan Harbine Gönüllü Giden Galatasaray Talebeleri Hakkında' başlığıyla verilen yazıda, talebeyken savaşa gidenlerin haberi yer alıyor. Çoğu öğrenciyken gönüllü olarak katıldıkları savaşlarda şehit olan bu yurtseverler hiçbir zaman unutulmadı.

Ruhları şâd olsun.

Galatasaraylı Şehitler1-

1-Ahmet Muhtar Bey, mektep numarası 783; Sultaniyi bitirdikten sonra (1895 mezunu) asker oldu, İstanbul'da 31 Mart 1908 ihtialinde şehit edildi. Taksim, talimhanede şehid olduğu yerdeki sokağa adı verilmiştir.

2- İdris Bey, talebe iken 1911'de gönüllü olarak katıldığı Trablus Garb harbinde şehit oldu.

3- Fuad Bey, talebe iken 1912'de gönüllü olarak katıldığı Balkan Harbinde şehit oldu.

4- Arif İsmail Bey, Trakya'da zengin bir çiftçinin oğlu idi, Balkan Harbinde talebe iken Bulgarlara karşı gönüllü dövüşürken şehit oldu.

5- Ahmet Refik Bey, mektep numarası 119, mektebin 1911 yılı mezunlarından; Hammer mütercimi Mehmet Ata Beyin büyük oğlu, Dr. Galib Ataç ile yazar Nurullah Ataç'ın ağabeyleri, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Çanakkale Muharebelerinde 1914'de şehit oldu.

6- Cahid Bey, mektep numarası 206, mektebin 1913 mezunlarından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu.

7- Cemil Bey, mektep numarası 64, mektebin 1913 mezunlarından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu.

8- Halid Fuat Bey, mektep numarası 134; müşir Deli Fuat Paşanın oğlu, 1911'de gönüllü olarak Balkan Harbine katıldı, sonra orduda kaldı ve Çanakkale'de şehit oldu.Paşanın harpte şehit olan dördüncü oğludur.

9- Muzaffer Bey, mektebi son sınıftan terk ederek gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu.

10- Vecdi Bey, mektebi son sınıfta terk ederek önce gönüllü olarak Balkan Harbine katıldı, sonra orduda kaldı, Çanakkale'de şehit oldu.

11- Hasnun Galib Bey, valiliklerde bulunmuş Galib Paşanın oğlu. Galatasaray Kulübünün en iyi futbolcularındandı, gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu (1915). Kulüp binasının bulunduğu sokak onun adını taşımaktadır.
12- Mehmet Ali Bey, Kadıköylü Enver Paşanın oğlu, talebe iken gönüllü olarak önce Balkan Harbine, sonra Birinci Cihan Harbine katıldı ve 1915'de şehit oldu.

13- Aziz Ulvi Bey, şair Ali Ulvi Beyin oğlu, 1915'de mektebi son sınıftan terk ederek gönüllü olarak katıldığı 1. Cihan Harbinde şehit oldu.


14- Agop Elmasyan, askeri doktor olarak katıldığı Çanakkale Muharebelerinde 1915'de bombardıman altında yaralıları tedavi ederken vatanı yolunda öldü.

15- İbrahim Orhan Bey, mektep numarası 794, mektebin 1912 yılı mezunlarından; Dr. Sadık Beyin oğlu, Sadullah Paşanın torunlarından, gönüllü olarak hava subayı oldu, Çanakkale Muharebelerinde iki defa yaralandı. 1916'da uçağı ile Semadirek adası açıklarında denize düşerek şehit oldu, harpte düşen ilk havacımızdır.

16-Said Fuad Bey, son sınıfta iken gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu; mektebin ilk Keşşaflarından (izcilerinden) idi, Keşşaf Said diye anılırdı.

17- Neş'et Bey, mektep numarası 434, Bandırmalı Tevfik Paşanın oğludur, mektebin son sınıfında iken gönüllü olarak önce Balkan Harbine katılmış, 1. Cihan Harbinde şehit olmuştur.

18- Mehmet Refik Bey, talebe iken gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde 1914'de Kafkas Cephesinde şehit oldu.

19- Cevad Bey, mektep numarası 317, mektebin 1912 yılı mezunlarından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde 1916'da Kafkas Cephesinde şehit oldu.

20- Halet Bey, talebe iken Balkan Harbine gönüllü olarak katıldı, sonra orduda kalarak Birinci Cihan Harbinde Sina Cephesine gitti, "Fedai Hecinsüvar Birliği" kumandanı iken mektepten sınıf arkadaşı Memduh Beyle birlikte şehit oldu (1916).

21-Memduh Bey, mektep numarası 669, Halet Beyin sınıf arkadaşı, 1912'de yalnız Türkçe'den ehliyatname almış, bir ara mektepte muid (mubassır) olarak çalışmıştı, mektepte "Alişpaşazade" diye anılırdı, Birinci Cihan Harbinde ihtiyat zabiti olarak Sina cephesinde arkadaşı Halet Beyle birlikte şehit oldu.

22- Hasib Bey, mektep numarası 13, mektebin 1913 senesi mezunlarından, Almanya'da ziraat tahsilinde iken tahsilini yarım bırakarak gönüllü katıldığı Birinci Cihan Harbinde Kafkas Cephesinde şehit oldu.

23- Celal İbrahim Bey, mektep numarası 6, mektebin 1914 yılı mezunlarından ve Galatasaray takımının ünlü futbolcularından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde 1917'de Irak cephesinde şehit oldu.

24- Ahmed Hamdi Bey, mektep numarası 117, gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde 1917'de Gazze'de şehit oldu.

25- Mehmed Ali Bey, mektep numarası tesbit edilemedi, gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbi'nde 1917'de Sina'da şehit oldu.

26- Sadi Bey, Mektebi Sultani'den Harbiye'ye geçti, muvazzaf subay oldu, 1921'de Sakarya Muharebesi'nde şehit oldu.
27- Fatin Bey, mektep numarası 1073, mektepten 1920'de mezun oldu, askeri tıbbiyeyi bitirdi. 1932'de askeri tabib olarak katıldığı şark isyanı tenkil harekatında asiler eline düşerek vahşiyane şehit edildi. Menemen'in Kubilay'ı gibi, hatırası kutlanacak, Ağrı'ya yahut Karaköse'ye abidesi dikilecek bir şehittir.

Galatasaray Dergisi, Ağustos 2002, Sayı 2, Mustafa Bayka

Kalamış Tesisleri

Kalamış Tesisleri

Alpaslan Dikmen Fotogol - 23.05.2008

Yıllardır her şampiyonluktan sonra mülkü Galatasaray Spor Kulübü’ne ait olan Kalamış Tesisleri’nde kutlamalar düzenlenir. Elbette ki bu sene de böyle olacak.

Ancak nedense bu sene yapılacak olan kutlamalarla ilgili olarak yapılan açıklamalar birilerine fena batmış!

Sürekli provokatif manşetlerle (!) gündemde kalmaya çalışan bir internet sitesi de “Gelecekleri varsa görecekleri var” , “Neden kutlama için F.Bahçe’yi seçtiler?” gibi saçma sapan açıklamalar yapmış!

Bir kere orası semt olarak F.Bahçe falan değil… Ki olsa ne yazar? Oranın adı Kalamış Burnu?.. Ve Türkiye Cumhuriyeti’ne dahil bir yer... Biz de Türk olduğumuza göre, istediğimiz yerde istediğimizi -elbetteki kanunlar çerçevesinde- yaparız.

İnsanları sürekli olarak kin ve nefrete sevk etmeye kimsenin hakkı yoktur.

İlgili site sahiplerinin bu şekilde davranmayacağını çok iyi biliyorum ancak sitenin yönetici kadrosu ve site üyelerinin yeniden gözden geçirilmesi zorunluluk gibi görünüyor. Yoksa klavye arkasına saklanan bazı delikanlıların egosu tatmin olsun diye birçok masum can yanacak. Daha önce olduğu gibi!.. Buna kimin hakkı var?

Kalamış Tesislerine bir iki sene önce de kafası güzel beş on kişi, tesisteki Galatasaray bayrağını indirmek amacıyla, saldırıda bulunmuştu. Ancak tesisin garsonları tarafından birazcık hırpalanmışlardı. Gerek yok böyle çirkinliklere! Hazmetmek lazım bazı şeyleri…


Gümüş Saçlı Adamı Hatırlamak

Gümüş Saçlı Adamı Hatırlamak

Ahmet ÇAKIR - Zaman - 24 Haziran 2008

Almanya ile Türkiye'nin Avrupa Şampiyonası'nda yarı final oynadığını görmek herhalde en çok Jupp Derwall'i mutlu ederdi. Ne yazık ki bu çok değerli insan hayattaki hemen tüm dileklerini yerine getirmiş olsa da son birkaç isteğini yapamadı.

Bunlardan birinin dünya gözüyle bir kez daha İstanbul'u görmek olduğunu ilgili röportajında Seyfi Alp kardeşimize söylemişti. Öteki de Türkiye'nin tıpkı 2002 Dünya Kupası'ndaki gibi büyük başarılarına tanıklık etme isteğiydi. Bunda ne kadar samimi olduğundan kimsenin kuşku duymayacağı ortada. Çünkü bu başarılarda kendisinin de payı olduğunu bilmenin mutluluğunu yaşıyordu.

Türkiye'nin en ilginç yanlarından biri de bu: Bir yandan artık süreklilik kazanmış gibi görünen bir kargaşa ortamında yaşarken öte yandan da böyle dünya çapındaki değerleri bağrına basma, onlardan yararlanma becerisini gösterebilmiş olmak... Dahası, Derwall'in Türkiye'de yeniden doğduğunu kendi ailesi bile kabul etmişti. 1984 Avrupa Şampiyonası fiyaskosunun ardından bir yığın haksız eleştiriyle karşılaşan Gümüş Saçlı Adam, aslında tatil için geldiği İstanbul'da futbol adına yapılacak ne kadar çok iş olduğunu görerek kolları sıvamak zorunda kalmış, sonuçta Türk futbolundaki büyük dönüşümün başlatıcılarından biri olmuştu. Türkiye'de gördüğü büyük ilgi ve gerçekten olağanüstü sevgi, ona adeta yeniden doğmuşçasına büyük bir güç verdi. 80 yaşına kadar yaşamasında bunun da payının bulunduğunu kendisi söylemişti.

İki toplum arasındaki ilişkilerin olumlu yönde gelişmesinde Derwall'in ve futbolun katkıları yadsınamaz. Bugün Almanya'da kendi takımlarının başarısı kadar Türkiye ile de yakından ilgileniliyor. Sadece yarın akşamki maç nedeniyle değil Türk futboluyla ilgili hemen her türlü gelişme Alman basınında geniş biçimde yankılanıyor.

Tabii işin bir başka yönü de Almanya'da yetişen futbolcuların hangi milli takımı tercih edecekleri yönünde gelişiyor. Başlangıçta bu noktada bir sorunumuz yoktu ama son dönemde işler zorlaşmaya başladı. Serdar Taşçı ve Mesut Özil'i kaçırınca eleştiriler arttı... Şimdi Yıldıray Baştürk ve Halil Altıntop'un yaşadığı dramın ardından bu tercihlerin biraz daha fazla Almanya'ya yöneleceği düşünülebilir. Okurlarım biliyor, bu konuda bir sakınca görenlerden değilim. Tam tersine şu anda Alman Milli Takımı'nda Türk kökenli bir oyuncunun bulunmayışına hayıflanıyorum. Hırvatistan maçı öncesinde ayaküstü de olsa uzunca bir süre sohbet etme olanağını bulduğumuz Futbol Federasyonu Başkanı Hasan Doğan'ın bu konuda benzer değil harfiyen aynı düşünceleri taşıdığını görmek bizi mutlu etti.

Türk Milli Takımı sahaya 20 oyuncuyla çıkamayacağına göre bu konuda uzun boylu gürültü patırtı etmenin bir anlamı yok. Ancak bizim yurtdışındaki potansiyeli değerlendirmek için ne kadar doğru çalışmalar yapabildiğimiz işin asıl önemli boyutunu oluşturuyor. Bu konudaki potansiyeli ve ilerde olabilecekleri en iyi görenlerden biri de Derwall'di. Alman hoca, 1990'ların başındaki bir görüşmemizde "birkaç yıl içinde Almanya genç milli takımlarında çok sayıda Türk oyuncunun yer alacağını" söylemişti. Onun çalışmaları ve ileri görüşlülüğü bize de nice değerler, başarılar kazandırdı. Buradaki Türkiye-Almanya yarı finali de ona güzel bir armağan oldu. Nur içinde yatsın, toprağı bol olsun...

Hakan Şükür ve Aklın İflası

Hakan Şükür ve Aklın İflası

Ahmet Çakır - Zaman - 20.07.2008

Haftalardır Hakan Şükür hakkında bir şey yazmamaya özen gösteriyorum.

Çünkü o zor bir dönemden geçiyor ve sükunete ihtiyacı var... Ayrıca onun gibi futbol tarihimize damga vurmuş bir oyuncunun bırakması sırasında haliyle çeşitli sarsıntılar yaşanır. Yani Galatasaray'ın onunla devam etmek istemeyişi, başka kulüplerden gelen transfer önerileri, Hakan Şükür'ün bunlarla ilgili düşüncelerinin gündem oluşturması doğaldır.

Bu durum önümüzdeki günlerde de sürecektir. Gelgelelim, onun önce Cumhurbaşkanı, ardından da Başbakan'la görüşmesinin ardından yapılan yorumlar, ortaya konan varsayımlar insanı dehşete düşürüyor. Üstelik bunlar sadece haber olsun diye yapılan spekülasyonlar olarak da kalmıyor. Örneğin, mesleğimizin doruk noktalarında bulunmuş bir arkadaşımız Hakan'ın federasyon başkanı olma durumunu bana sordu! Yani durum gerçekten dehşet verici. Spor medyasının bir bölümünde normal insan zekasına hakaret olarak kabul edilebilecek bir yığın 'şey' çıkıyor. Şey diyorum çünkü bunlara haber demek haberin ne olduğunu bilmemek anlamına geliyor. Ancak bu kadarı karşısında artık insan pes diyor. Bu durumu, 'spor medyasında aklın iflası' olarak nitelemek abartılı olmaz sanıyorum. Normal zeka düzeyindeki her insan henüz futbol oynama aşamasındaki birinin federasyon başkanı filan olamayacağını, belediye başkanlığı için de insanların çok daha değişik niteliklere sahip olması gerektiğini kestirebilir.

Bu tür görüşler ileri sürenler ülkelerine de hakaret ediyorlar! Burası ilkel bir Afrika kabilesi değil. Federasyon ya da belediye başkanlıklarına insanların nasıl gelebileceklerine ilişkin süreçler, kurallar ve gelenekler var. Örneğin, Hakan Şükür'ün federasyon başkanı olması için en az 10 yıllık bir süreye gereksinme duyacağı ortada. Üstelik bu süre içinde o konuyla ilgili işler yapması, örneğin kulüp ve federasyon yönetim kurullarına girerek deneyim kazanması şart. Tersinden giderek de bu durumu rahatlıkla anlayabiliriz. Bir an için onun gerçekten federasyon başkanı 'yapıldığını' düşünelim. Bunun oluşturacağı sorunların kısa sürede bir kaosa dönüşmesi ve onun da deneyimsizliği yüzünden yapacağı hatalar sonucunda birkaç ay içinde arkasına bile bakmadan kaçacağını kestirebilmek çok mu zor? Adapazarı gibi zorlu ve sorunlu bir kentin belediye başkanlığını siz eğlence mi sanıyorsunuz? Hakan Şükür'ün ünü ve popülaritesi bu sorunların çözümünde nereye kadar etkili olabilir? İşin aslı şu: Hakan Şükür, Euro 2008 sırasında sessiz kalarak üzüntüsünü kendi içinde yaşamayı ve taşımayı başardı. Ancak sonrasında biraz ortalıkta görünme isteği duydu. Onun gibi yaklaşık 20 yıldır sürekli doruklarda yaşayan biri için de bunu normal bir psikolojik ihtiyaç olarak görmek gerekir. Onun şu anda neler yaşadığını anlayabilmek için daha önce o çaptaki başka oyuncularla ilgili bir sorudan yardım isteyebiliriz: Siz hiç Hakan Şükür oldunuz mu?

Rıdvan Dilmen haklı

Onun konuyla ilgili tepkisini gördüğümde benden önce davrandığını düşünmüştüm. Rıdvan Dilmen büyük takımların yeni sezon öncesindeki durumlarını değerlendirirken, hazırlık kamplarından gelen birtakım 'standart haberlere' tepki göstermişti. Falan hoca oyuncuların pestilini çıkarttı, filan hoca bu sezon bizi tutamazlar dedi, oyuncular bu sezonki kampın harika geçtiğini söyledi türünden 'laflar' bunlar. Laflar ama kimi zaman habersizlikten sayfalarda palamut gibi yer alabiliyor...

Dilmen, tepki oluşturabilecek sözler etmekten özellikle kaçınan biri. Yorumcu olarak gerekli ilgiyi zaten gördüğünden, bunun dışındaki birtakım saçmalıklarla ilgi çekmeye filan çalışmıyor. Üstelik söyleyeceği en sert sözleri bile kadife birtakım örtülerle sarıp sarmalamayı çok iyi beceriyor. Örneğin, Yıldırım Demirören'in kulübünü ne kadar kötü yönettiğini söylemeden önce, onun nasıl bir Beşiktaşlı olduğunu ve kulübüne katkılarını belirtmekte yarar görüyor. Ondan sonra 'yapamadı' diyor. Bu özenine karşın Dilmen'in sözleri tepkiye yol açtı. Akşam'da Alaettin Metin arkadaşımız olaya sağlam bir noktadan girdi. 'Önce gel, bu kamplarda haber peşinde koş, ondan sonra konuş' anlamında sözler etti. Elbette ki haklıydı ama Rıdvan Dilmen'in söylediği bu değildi.

Ardından TSYD'nin de bu konuda tepkisinin söz konusu olduğu bana sözlü olarak ifade edildi. Ancak bu kadarının fazla olacağı kanısındayım. Çünkü işin özünde Dilmen haklı. Kamplardan da başka yerlerden de çok fazla 'standart' haber geliyor. Muhabir arkadaşların sahici haberlere yöneltilmesi konusunda hepimize görev düşüyor. Dilmen de bunun için bir kıvılcım çakmış oldu.

Gurbetçinin 'öldüren' sevgisi!

Takımlarımızın yurtdışı maç ve kamplarında yaşanan durumlar daha sık gündeme girmeye başladı. Daha önce Milli Takım'ın hazırlık kampı sırasında yaşanan durumlar bugünlerde sık sık tekrarlanıyor. Gurbetçi taraftarlar, takımlarına ve futbolculara duydukları sevgiyi gösterme konusunda kural tanımıyorlar. Bu da kaçınılmaz olarak birtakım tatsızlıklara yol açabiliyor.

Bu durumun oluşturduğu sıkıntılara biz de sık sık tanık oluyoruz ve gurbetçiler genellikle şöyle dert yanıyor: Ağabey, şu kadar kilometreden buraya geldik. Bir imzayı ya da fotoğraf çektirmeyi bize çok görüyorlar! Yani durum onlara böyle görünüyor. Buna karşılık kulüp yöneticileri, teknik adam ve futbolcular bu tür isteklerle baş etmenin olanaksızlığından yakınıyor. Taraftara gerekli ilgili göstermeleri halinde çalışmak için 1 dakika bile zaman bulamayacakları belirtiliyor.

Bu bakımdan, gurbetçi taraftarların sevgisi biraz 'öldürücü' bir boyut kazanabiliyor. Onlar ise bunu asla kabullenmek istemiyor. Yaşadıkları toplumda kurallara uymanın ne kadar önemli olduğunu biliyorlar. Ancak Türklerin bulunduğu ortamlarda bu kuralların o kadar da önemli olmadığını düşünüyorlar. Bu kapsamda işlerin daha kötü bir noktaya doğru gittiği gözleniyor. Fenerbahçe otobüsünün camlarının kırılması orada, bildiğim kadarıyla ilk kez yaşanan bir olay. Bunu yapanın Galatasaray formalı biri olduğu yolundaki ifade herkesi rahatlatıyor... Allah selamet versin!

Bu Sığlık İnsanı Bezdiriyor

Bu Sığlık İnsanı Bezdiriyor

Ahmet ÇAKIR - 02.08.2008 - Zaman

Futbola nasıl bir tutkuyla bağlı olduğumu daha önce birkaç kez yazmak zorunda kalmıştım. Başta oynamak olmak üzere seyretmek, yazmak, okumak gibi değişik boyutlarda tam yarım asırdır futbolla haşırneşirim.

Bu süre içinde kolum, bacağım, kalçam kırıldı; tandonum, bağlarım koptu ve daha başka akla gelebilecek hemen tüm sakatlıkları geçirdim. Şu anda futbol topuna uzaktan bakmam bile pek hoş karşılanmıyor ancak bu konuda neler yaptığım aramızda kalsın...

Bu 50 yıl boyunca bir tek gün bile futbolla ilgili olumsuz birşey düşünmedim. Dediğim gibi oynamak başta olmak üzere, seyretmek, yazmak, okumak, konuşmak hep mutlu etti beni.

Neredeyse tüm hayatım futbolun etrafında biçimlendi. İşim onunla ilgili, onun sayesinde eş-dost edindim, burada yazarak televizyonlarda konuşarak sizlere seslenebilmemi de o sağlıyor.

Hayatta beni en çok üzen soruyla sevindireninin aynı olduğunu daha önce söylemiş miydim. "Ahmet Ağabey, sen hangi yıllarda Galatasaray'da oynadın?" sorusudur bu...

'Demek ki o kadar iyi oynadığım maçlar oluyor', diyerek sevinirim bu sorudan dolayı. Üzüntüm de o formayı bir kez bile sırtıma geçirebilme konusunda herhangi bir imkan bulmamın asla sözkonusu olamayışıdır.

* * *

Böyle uzunca bir girizgahtan sonra söyleyeceklerim pek hoş şeyler değil! Bunca yıldır ilk kez futboldan soğumaya başladığımı hissettim. Hayır, oynama ve seyretme boyutunda bir sorun yok! Ancak okuma, yazma ve hele konuşma yönünden ciddi bir bezginlik içinde buluverdim kendimi.

Zaman'da yazmaya başlayalı 5. yıl dolmak üzere. Bu süre içinde ilk kez bir yazımı aksattım. Geçen Cumartesi günü çıkması gereken yazımı yazmak içimden gelmedi. (Doğrusu Perihan Mağden gibi ben de istedim 'Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü şey'ettirdiği için...' açıklamasını ama olmadı.)

Elbette ki bu bezginliğin nedenleri var. Bunların başında da ülkemizde futbol üzerine konuşmanın bir türlü belli bir düzeye yükselemeyişi geliyor. İğrenç yalanlar, anlamsız zırvalar, bilgisiz gevezelikler, bıktırıcı tekrarlar ve daha bunun gibi bir yığın saçmalık insanı boğuyor.

İş dışında pek futbol konuşacak halim kalmıyor. Ancak yolda, markette, gazetede her gören mutlaka onunla ilgili bir konu açmaya çalışıyor. Ayaküstü edilecek birkaç söze elbette ki itirazım olamaz. Fakat bu iş biraz uzadığında karşınızdaki yavaş yavaş 'derin futbol uzmanı' haline geliyor.

Genellikle de iş uzuyor...

Böylelerinin ağırlıklı olarak ilgilendikleri konu transfer oluyor. Bu alanda yönetim ve teknik adamlardan daha bilgili olduklarına inananlar hiç az değil. Nitekim, 'Ahmet Ağabey, yönetime söyle de falan adamı alsınlar!' diye bir yığın elektronik posta geliyor. Yönetimlerin elinde ve önünde o bilgilerin yüz katının bulunduğunu kimse anlamak istemiyor.

* * *

Futbol üzerine konuşmayı bu kadar şehvetle seven insanların, onunla ilgili birşeyler öğrenmeye çalışmaları mantık gereğidir. Bunun için de dergi, kitap okumak, belgesel izlemek gibi birazcık daha 'derin' denilebilecek boyuta geçmek gerekir. Oysa en sıkı futbol kitabının satışı ortadadır. (Bırakın para ile satınalmayı, bazı arkadaşlarım kendilerine armağan ettiğim kitapları bile okumuyorlar! Orada gerçeği yazılı olan bazı olayların yanlış şeklini bana anlatmaya kalkıyorlar!)

Herkes konuşmak istiyor ama hemen hiç kimse öğrenmeye yanaşmıyor. Bundan da bezdirici bir durum doğuyor.

Medyanın büyük bir bölümü bu 'sığlığı' değiştirmeye çalışmanın zorluğunu bildiğinden onu 'kullanıyor.' Basının amiral gemisinin kaptanı demedi mi 'Biz haber değil hayal satıyoruz!' diye...

'Madem transfer haberi istiyorsun, al sana!' diye hergün biraz daha rezilleşen yalanlar yazılıyor. Ancak bunun da bir müşterisi var. Hem de çok! En iyi yalan yazan gazete satış rekorları kırıyor! Yani bu içinde bulunduğumuz kısırdöngüyü biraz da böyle okurlar oluşturuyor. Sonra da aynı insanlar bu yalanlardan yakınıyor...

* * *

Ülke dışına çıktığımızda farklı durumlar görüyoruz. Medyası, okuru, izleyicisiyle oralarda insanların çok daha başka türlü yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Futbol oynamanın, seyretmenin, yazmanın, konuşmanın ne kadar keyifli bir iş olabileceğini oralarda bir kez daha anlıyoruz.

Sonra da ülkeye dönüp 'Burası Türkiye abicim!' sığlığına boyun eğmek zorunda kalıyoruz. Hatta 'Ne yani, sadece siz mi anlıyorsunuz, biz konuşmayacak mıyız?' gibilerden okuduğunu anlamakta zorlanıp dayılananlar da oluyor.

Üstelik bu korkunç sığlığa ve bezdirici vasatlığa isyan etmenin filan da bir yararının olmadığı ortada. İşte Rıdvan Dilmen bunun bir boyutunu dile getirmeye çalıştı. Kamplardan gelen o standart 'Falan hoca takımın pestilini çıkardı' türünden, haber olduğu ileri sürülen saçmalıkları 'artık bıraksak' diyecek oldu, tepki gördü.

Bu kapsamda daha söyleyecek çok sözüm var ama yerim doldu taştı, noktalamak zorundayım. Dediğim gibi 50 yıldır ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyorum, hayırlara vesile olsun...

Sıteva diye okunur

İşte bezdirici bir konu daha! Galatasaray'ın eşleştiği Steaua Bükreş'in adının "Sıteva" diye söylendiğini defalarca yazdım ve televizyonlarda da anlatmaya çalıştım. En yakın arkadaşlarım dahil olmak üzere tek kişinin bile buna aldırmadığını görüyorum. Üstelik söylenmesi de çok kolay olan 'Sıteva' dururken 'Sıtau, Şıtau' gibi tuhaf sesler çıkartmaktan asla vazgeçmiyorlar. Ne yapabilirsiniz ki, burası Türkiye! Torba meselesi mi! Ondan artık tiksinmenin de ötesine geçmiş durumdayım...